İKİ KÜÇÜK MAĞONA'CININ GÖZÜNDEN SEYİR DEFTERİ
Onlar
ada çocuğuydu,Kaderleri tıpkı baba'ları,dedeleri gibi denizlerde
yazılmıştı,Bir çoban nasıl elinde flüt ile sorumluluğundaki hayvanları
dağ bayır en güzel otlaklara getirip onların daha sağlıklı beslenmesi
için korkmadan mücadele ediyorsa,gemicilerde en sert havalarda bile
deniz ile dost olmayı başarabilmiş kendisinden sonra gelecek kuşaklarına
da deniz ile nasıl mücadele etmesini öğretmişlerdi.
Kahramanlarımız dokuz yaşlarında ada'da yaşayan moğanacı çocuğu can ciğer iki arkadaştı.bin dokuzyüz yetmiş yılının sıcak bir eylül ayında kaptan olan babasının ağaç motoru mazot,su ve kumanya ihtiyacı için ada'daki köylerinin iskelesine yanaşmıştı bile.Son halatlarda bağlanmış babası karaya adımını atmıştı sevinçle elini öperken 'seni de izmire götürücem eve gidelimde annen eşyalarını hazırlasın''sözüyle bir an duraladı.Ani oluşan bu olay karşısında ne cevap vereceğini düşünürken yanındaki can ciğer arkadaşı 'Ben de sizinle geleyim.benim için de izin alırmısın Ahmet amca'diye sesinin en masumane şekliyle söze girip,izmire orada da her yaz bu mevsimde açılan fuarı görmek için birlikte gitmek istediğini belirtiyordu.Çok geçmeden izinler alınmış eşyaları ağaç motora yüklenmişti,demir almak için aralarında sadece tenekeler ile geminin su fıçısının doldurulması kalmıştı gemiciler su dolu tenekeleri elden ele uzatıp güzinelerinin hemen önündeki su fıçısını doldurmaya başlamıştı,bu esnada köyün mazotçusu sebahattin ağbi mazotu yüklemiş o kalın mazot hortumlarını çekmeye başlamıştı,Köyün fırıncısı Dali ekmekleri çıkarmış sıcak sıcak hasır sepetlere doldurulmuş,Peker bakkaliyesinden de eski hesaplar kapatılıp yeni hesap açılarak yolculuk için kumanyalar alınmıştı bile.İki küçük arkadaş kaptan köşküne çıkmış güverteden birbirine sevinçle sarılmış şekilde bir yandan ağaç motorun çapasının çekilmesini bir yandan da kendilerini uğurlamaya gelen ailelerini ellerini sallayarak gülümseyen gözlerle izliyorlardı,artık yolculuk başlamış ilk rota Gelibolu'ya çevrilmişti oradan ay çiçeklerini yükleyip izmir'e,izmirden yükü boşaltıp Dikili'ye geçip soma kömürünü yükleyip istanbul'a dönülecekti bu dönüş esnasında ada'ya tekrar uğranılıp hem aileleri ile kısa hasret giderilip ağaç motorun eksilen erzakları tamamlanacak ve iki küçük moğonacı nasıl oradan alındıysa aynı şekilde iskelede indirilecekti.
Gelibolu ada'dan altı saat mesafe uzaklıkta güzel bir kıyı kasabasıdır,gecenin karanlığında varılmış,iskelede yer olmadığından biraz açığa çapasını atıp demirlenilmiş sabah olunca boşalacak yere yanaşmak üzere beklemeye başlanılmıştı,o akşam karaya çıkamamışlar kamarada birisi yeni almış olduğu 'Define adası'kitabını okurken diğer arkadaşı boş sayfalara birbirinden güzel ağaç motor yada savaş gemisi resimleri çizip durarak uykularının gelmesini bekliyorlardı.
Usta gemicinin ''haydin bakalım kahvaltıya'' diye seslenmesi ile birden ranzalarından fırlamışlar ellerini yüzlerini yıkamak için kamaradan çıktıklarında çoktan gün ışımış,iskeleye yanaşmış olduklarını gördüklerinde şaşkınlık ve sevinç karışımı bir hal alınmıştı,öyle ya ne zaman çapalar çekilmiş makinalar çalışıp iskeleye yanaşılmıştı demek ki denizde deliksiz şekilde uyumuşlar bir şey hissetmemişlerdi.
Kamyonlar peşi sıra gelmeye başlanmış,vinçler durmadan ambara çuval çuval ay çiçeklerini indiriyor ambardaki işcilerde motor havaleli olmasın diye sıkı sıkı bu çuvalları istifliyorken iki arkadaş kahvaltılarını bitirip kendilerini iskeleye atarak gelibolu'yu dolaşmak için karaya çıkmıştı,daha erken olduğundan bir çok esnaf yeni yeni kepenklerini açıyor iki arkadaş'ta önce sahilde ilerleyen vakitte de kasaba içinde dolaşmaya başlayıp kasabayı tanımışlardı bile,iki sinema olduğunu gözlemleyip sahildeki sinemaya öğleden sonra biletlerini almışlardı,akşam üzerine doğru kıyıdaki çay bahçelerinde dondurmalarını almışlar birbirleri ile neşeyle sohbetle vakit geçiriyordu onlar için yanlarında başkasının olmasına gerek yoktu birbirlerine yetiyor hallerinden de memnunlardı.
İkinci gün ikindi vakti yükleme tamamlanmış motorun ambarı haki renkli muşambalar ile örtülürken iki arkadaş vakitlerini güvertede kitap okuyarak ve resim çizerek geçiriyordu,Kaptanın komutu ile bütün gemiciler hareketlenmiş,çarkcı başı makinaları çalıştırmış halatlar koyverilip baş tarafta çapa çekilmeye başlanmıştı tüm gemiciler bir arı çalışkanlığı karınca yardımlaşması gibi kenetlenmiş tam bir uyum içinde her yere yetişmeye çalışıyordu biraz sonra kaptan biraz daha makinalara yol verip rotayı izmir'e çevirmişti bir kaç saat içinde çanakkale boğazına varılmış bir sandal ile kaptan gümrük işlerini yaptırmak için karaya çıkarken,kendisi kitabına gömülmüş arkadaşı ise denizden de tüm heybeti ile görülen'Şehitler anıtı'nı ve Dur yolcu.Bilmeden gelip bastığın bu toprak,bir devrin battığı yerdir yazan,bir elinde de silah tutan Mehmetçiğin' resimlerini aynı güzellikte çizerken her ikiside ayrı bir ruh haleti içindeydi.
Kaptanı beklerken Çanakkale boğazının akıntısı yüklü ağaç motoru kısa bir süre zarfında bir uca getiriyor makinalar hızlanıp akıntının ters tarafına tekrar yol alınıp makinalar boşa alınarak yine akıntıya salınıyordu bir müddet sonra sandal gözükmüş motorun bordasına gelip yanaşmış,kaptan kamarasına yerleşirken gemiciler bir vinç yardımı ile sandalı motorun içine almışlardı.Şimdi önlerinde boğazın bitiminde tüm heybeti ile iskele tarafında Babakale ve surları sancak tarafında ise açıklarda midilli'nin uç noktaları görünmüştü.hava iyice kararmış iki arkadaş ambarın üstünde muşambaları sıyırıp çuvalın birini çaktırmadan delmişti bile,deldikleri çuvalı kendilerine göre genişletip apas apas çekirdekleri avuçlamış sırt üstü yıldızları seyreder vaziyette yatıp bir yandan tıka basa çekirdekleri yerken bir yandan kayan yıldızları gözlemleyip dileklerini tutuyor okuduğu kitaptan etkilenerek kendi kendine''Ho ho ho bir şişe rom'diye hiç durmadan tekrarlıyordu.Kendilerinden o kadar geçmişlerdi ki ahçının ''sonunda buldum sizi haydin bakalım yemeğe'' diye seslenmesi ile yemek masasının kurulmuş olduğu kamaraya girmişlerdi.bu ağaç motorda mutfak bir kişinin anca hareket edebildiği küçücük bir yerdi yemekler ise yine gemicilerin istirahat ettiği odalardan birine sabitlenmiş masadan ibaretti bu odada L şeklinde iki yatak bulunur yemekler yenirken yatağın kenarlarına da oturulurdu yalnız sadece bu motor için değil ama tüm ağaç motorlarda yemekler beş yıldızlı lokantalardan bile lezzetlidir,sadece motorun ahçısı değil çalışan tüm gemiciler birbirinden lezzetli yemekler yapma konusunda birbirleri ile yarışırlardı hele deniz mahsülü olunca menü, Yiyen parmaklarını da yerdi,bazı yemekler büyük tepsi ile gelir herkes çala kaşık aynı kaptan büyük bir keyf ile yemeklerini yer.Akşam karanlığında yıldızların parlaklığı ile ayvalık koyları ve Dikili geçilmiş gün ışırken Foça sularına girilmişti bizim küçük moğanacılar sırayla dümene geçmiş bir yandan kaptan'ın belirlediği rotadan sapmamak için pusuladan gözlerini kaçırmamaya çalışırken bir yandan denize açılmış küçük balıkçı sandallarına da dikkat ediyorlardı; güzel bir yaz sabahı idi denizden serin şekilde meltem rüzgarları esiyor keyifle yollarına devam ederlerken birden onlarca yunus sürüsü ağaç motorun önünde belirmiş iskele ve sancak taraflarından çaprazlama motorun baş tarafına geçip havaya sıçrayarak bir yandan oyun oynuyor bir yandan ise yarış ediyorlardı;yunusların birbiri ardına havaya sıçrayıp tekrar denizin derinliklerine dalıp birden ortaya çıkıp tekrar havaya sıçraması anlatılamayacak güzellikte bir görsellik oluşturuyordu.Tüm denizciler gibi iki arkadaşta yunusların bu hikayesini biliyorlardı yunuslar gemileri görünce onlarla yarışır eğer gemiyi geçemezlerse ya çatlarlar yada intihar ederler.Bu mit'e uyarak gemiciler genelde hızlarını keserler yunusların kendilerini geçmesini sağlarlardı,gerçi şu andaki ağaç motor hem yüklü hemde fazla hızlı gitmediğinden en fazla saatte yedi mil hız kesmeyi gerektirecek bir durum söz konusu değildi.İki arkadaş yunusları görür görmez hemen baş kasaraya koşturmuş,baş omuzlukta kendilerini sağlama alacak şekilde yerleşip yunusları daha yakından izlemeye başlamış bir yandan da iyice eğilip yunuslara dokunmaya çalışıyordu zaten ağaç motor,yeterince yüklü olduğundan baş tarafta deniz seviyesine epey yaklaşmıştı ama ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar yunuslara değemiyorlardı sadece havaya fırlamış yunuslar denize düşerken çarpmanın etkisi ile su sıçratıyor bu sular iki küçük moğanacının açık taraflarına yüzlerine geldikçe ''beni ıslattı beni ıslattı'' diye zevkle bağırıyorlardı gerçek olan yunusun suyu sıçratmasından ziyade motorun hafif çırpıntılı denizi yara yara giderken savrulan küçük dalgalar olsa bile iki moğanacı için bu yunusların ıslatması idi.bir müddet sonra bu mükemmel görsellik son bulmuş yunuslar geldikleri gibi gidişleride aynı sessizlik içinde olmuştu uzun müddet iki arkadaş bulundukları baş omuzlukta denizin her tarafını ufuk çizgilerini dahi meraklı gözlerle taramış artık yunusların geri dönmeyeceklerine ikna olarak ambarın üzerinde daha evvel yırtıp çaktırmadan deldikleri çuvalın yanına gelip avuçlarını ay çiçekleri ile doldurup sırt üstü uzanıp yunusları düşünürken ikisi birden ho,ho ho bir şişe rom diye tutturmuşlardı.Akşamın karanlığında ağaç motorun yara yara yoluna devam etmesi ege denizinin masmavi sularının da yakamozların havaya uçar şekilde pırıl pırıl parlaması ile ayrı güzel bir görsellik sunuyordu,iki ufak moğanacı güvertenin kenarından pür dikkat bu ışıltılara kendilerini vermişken yavaş yavaş kendileri ayrı bir dünyaya içsel yolculuk yapıyordu,bir yandanda hüzün salmıştı yüreklerini bu hüzün yakamozun verdiği ışıltı ile canlanmıştı yüreklerinde her ikisi bir şey demiyor bunun hakkında en ufak bir konuşma yapmıyordu ama geride bıraktıkları ellerini yüzlerini öperek vedalaştıkları annelerini özlüyorlardı,birbirlerine belli etmeseler bile yavaş yavaş denize akıttıkları gözyaşlarını,ıslak gözlerini ellerinin tersi ile silmişlerdi bile.
Egenin incisi güzeller güzeli prensesi İzmir ordaydı işte;apartmanların ve sokak lambalarının ışıltısına arabaların parlak farlarıda eklenmiş güzellik tüm çıplaklığıyla önlerine serilmişti bir kaç saat sonra konakta ki alsancak limanına yanaşılmış limandaki başka bir ahşap motorun üstüne yanaşılmıştı birbirlerini ezmemek için motorun belli yerlerinden usturmaclar sallandırılmış artık makina sesleri yerine usturmaç'ların sürtülmesinden doğan sesler karanlıkta konuşmaya başlamıştı.
İki ufak moğanacı o gün sabaha kadar heyecandan sabahı zor ettiler,sabah olmuş şanslarına hemen yüklemeye başlayamamışlardı önlerinde kendilerinden önce gelmiş yükünü boşaltacak motorlar olması belkide şanslarıydı en azından tahminlerinden fazla bir kaç gün daha kalmaktı bu durum.
Babası anca öğlene doğru motordan çıkmalarına izin verdi bu süre zarfında kitabının kalan son sayfalarını da okumuş bitirmişti.Karaya adımını atar atmaz fuarın nerede olduğunu sordular yürüme mesafesinde olduğunu öğrendiklerinde hiç vakit geçirmeden yola koyuldular bir kaç kişiye sorduktan sonra önlerine koskoca İzmir enternasyonel fuarı yazan tabelalar çıkmış fuarın epey fazla olan kapılarından birine doğru daha hızlı adımlarla yaklaşmışlardı.Heyecan ve süratle giriş kapısından girerlerken bir yandan da hayvanat bahçesinin ne tarafta olduğunu sorup öğrendiler fuar'da en çok ilgilerini hayvanat bahçesi ve ordaki ormanlar kralı aslanın heybetli duruşunu görmek istiyorlardı,ilk kez bir arslanı yakından ve sahici gözle göreceklerdi hele bu müthiş hayvan birde meşhur kükremesinide yaparsa bu yolculuk onlar için amacına ulaşmış olacaktı,o kadar çok Tarzan ve Zembla çizgi romanı okumuştu ki hele zembla'nın en büyük dostu yenilmez Buwana'ya hayrandı şimdi bu görkemli müthiş hayvanı görmesine sayılı dakikalar kalmıştı.İşte geldiler tel örgülerin üzerinde yazan yazıyı dikkate alarak fazla sokulmadan o heybetli hayvanı görmeye çalıştılar ama o da ne ? tel örgülerle çevrilen kafesin önünde miğdesi karnına yapışmış bir deri bir kemik vaziyette bir hayvan yere uzanmış miskin miskin uyukluyordu,şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadan kafesin içinden bir hayvan daha çıkmış nerdeyse sendeleyen adımlarla yavaş yavaş diğer aslanın bir kaç metre yanına gelip o da yere kendini yapıştırmış tembel vaziyette yatıyordu belli ki çok ta yaşlıydılar.Hayal kırıklıklarını ve şaşkınlıklarını üzerlerinden atar atmaz ordan uzaklaşıp diğer hayvanları görmeye geçtiler,birden yüzlerinin her tarafında ıslaklık oluştu ne olduğunu anlamaya çalışırlarken oradaki bir kaç ziyaretçinin de kendilerine güldüklerini görürken gerçeği anladılar.Kafesinde ki fil hemen önündeki havuz büyüklüğünde ki yapay göletten hortumuna su çekiyor madem siz benimle eğleniyorsunuz o zaman bende sizinle eğlenirim misali hortumuna doldurduğu suyu kendisini izleyen ziyaretçilere püskürtüyordu.Artık neşeleri yerine gelmiş diğer hayvanları da izledikten sonra fuarın lunapark bölümüne geçmişlerdi.Ada'da büyüdüklerinden şehir hayatını bilmiyorlardı sonuçta ikiside dokuz yaşlarında ufak çocuktu şu anda gördükleri herşey onlara inanılmaz geldiği gibi mükemmel de geliyordu işte bir kulenin önündeler asansörle birileri yukarı çıkıyor sonra kendilerini yere atıyorlardı kısa bir müddet sonra açılan paraşüt sayesinde kuş gibi süzüle süzüle inen insanlar karşılarındaydı bir müddet te paraşütçüleri izleyip sonra,motorsiklet ile silindir şeklinde bir çukurun içinde yapılan gösterileri ağzı açık ve korkuyla izlediler,daha sonra hep bildikleri ama bir türlü binmeye fırsat bulamadıkları çarpışan arabaların önüne gelmiş arabalar durunca ok gibi fırlayarak boşalan arabalara oturmuşlardı bile,başlama işareti ile birlikte önünde gördüğü ilk arabadan başlamışlardı artık uçan kaçan kurtulamıyor bazen ikisi başka bir aracı köşede sıkıştırıp aynı anda üzerlerine çarpıyordu bazan çarpacak araç yoksa birbirlerini kesip birlikte çarpışıyorlardı,uzun müddet çarpışan arabaların bölümünden ayrılmamış ceplerinde nerdeyse tüm parayı o gün orada harcamışlardı,bir başka günde sihirli aynalara girip kendilerinin çeşitli biçimlerini gördükçe gülmekten karınlarına sancılar girmişti,bu kadar gülmenin peşine tren ile korku tüneline girip korkudan sararmış bir yüzle çıkınca bir daha korku tüneline girmemeye yemin etmişlerdi,zifiri karanlıkta hayalet sesleri aniden önlerine çıkan iskeletler ve sanki çalı süpürgesi ile kafalarına vurulması...bir an evvel tünelin çıkışına varmak için bildikleri tüm duaları söyletmişti iki arkadaşa.Artık her gün fuara gidiliyor ordan arta kalan zamanında ise bir ara sokakta kaliteli bir mağaza keşfetmişler onların ilgisini mağazanın kaliteli olmasından ziyade merdivenle çıkılması merdivenin bittiği yerde de üniformalı bir görevlinin olması idi,tabiiki bu merdiven daha evvel gördükleri merdivene benzemiyor kendi kendine hareket ediyordu,bir adım atıp üzerine basıyorsun o seni hiç adım atmadan yukarı çıkarıyor hemen yanındaki merdivenle de yine hiç yürümeden kendi kendine iniyorsun,bu o kadar hoşlarına gitmişti ki bir çıkıp hemen iniyor tekrar çıkıp tekrar iniyorlardı en sonunda üniformalı görevli bunları farketti ve sert şekilde ''bir daha binerseniz!...''diye tehdit edip korkuttu fakat bizimkiler yinede ünüformalı görevliyi takibe alıp o bölgeden bir dakikalığına bile uzaklaşsa hemen merdivenlere koşturmaya devam ettiler.Bu esnada vakit dolmuş ağaç motorun yükü boşalmış Dikili'ye kömür yüklemek için son hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı artık motordan inmeleri yasaklanmış yarım saat içinde de hareket başlamıştı.Gün ışımadan Dikili'ye varılmış limana girilmişti bile,Gerek limanın içinde gerekse iskelede kendi köylerinden ağaç motorların olması bizim küçük moğanacılara yabancılık hissi vermedi ilk kez geldikleri bu sahil kasabasına içleri ısınmış sanki hep orda yaşamışlar gibi sıcak gelmişti.iki arkadaşı bir süpriz daha bekliyordu köyünün motorlarının birinde iki arkadaşları daha vardı motorun sahibi oğlunu da yanına almış onunla birlikte yakın bir arkadaşınıda, Artık dört arkadaş Dikili'nin gerek limanında gerekse kasabanın bitiş çizgisinde ki antur adındaki plaja gidiyor orada yüzüyorlardı ayrıca birde motorlarının sandalını da alıp arkasından halat koyverip sandalın makinasını çalıştırıp kendilerince su kayağı da yapıyorlardı tek dikkate almadıkları şey ise sandalın arkasından halata tutunarak denizi yara yara gelirken suyun basıncı ile mayoları yada yüzme şortları biraz aşağıya kayıyor bir eliylede mayosunu düzeltmek zorunda kalıyorlardı.akşamlarıda Hasanakinin işlettiği yazlık sinemadaki filmleride kaçırmıyorlardı.Sonunda babası oğlunu yanına çekip iki küçük moğanacıyıda köylerinden olan motor ile göndermek istediğini söyledi bu motor yükünü doldurmak üzere idi kendi motorları ondan sonra iskeleye yanaşacak anca iki yada üç gün sonra yola çıkacaktı iki arkadaş gerek annelerinin özlemi gerekse bu motorda da iki yakın arkadaşının olmasının avantajı ile fazla zorluk çıkarmadan babasını dinlediler,peşinede kendi motorundaki bir kaç eşyayı diğer motora taşıdılar bir kaç saat sonrada marmara ya doğru yol almışlardı bile.nerdeyse iki hafta önce güzel süt liman bir günde başlayan yolculukları şimdi fazla tehlikeli olmayan ama sert bir havada sürmeye başlamıştı,Motorun kaptanı gittikçe rüzgarın gücünü arttırması buna paralel olarakta denizdeki dalgaların kabarması sonucunda yola devam etmektense önlerindeki ayvalığın küçük koylarından birine sığınmayı tercih etti,koya girdiklerinde bir kenarda yine kendi köylerinden olan yüklü bir başka motorunda sığınıp demirlediklerini gördüler.Kaptanları önce megafonla konuşup sonra denize sandalı indirerek diğer motora misafirliğe bir yandanda hava durumu ile ilgili bilgi paylaşımına giderken motordaki dört arkadaş ise koyda yüzüp yüzmeme sohbeti içindeyken bir tanesi üzerindeki tshirt'ünü sıyırıp şortu ile balıklama kendini denize attı ve arkadaşlarına ''haydi gelin'' diye seslenmeye başlamıştı,kısa bir deniz sıcak mı,soğukmu konuşmalarının ardından birer birer kalan üç arkadaşta kendini bu tertemiz denize bırakmıştı yalnız her atlayan soğuktan dişlerini birbirine vurmaya başlamıştı bile çünkü deniz tam bir buz'du,bunun nedenide koyun olduğu alan kara parçası göz alabildiğince el değmemiş ormanlar içindeydi ve denizin içinden belli yerlerde buz gibi kaynak suyu fışkırıyordu bir kaç metre mesafede yüzünce ise yal gibiydi herkes sıcak bir yer bulmuş oralarda yüzmeye başlamıştı,biraz sonrada yüzerek yaklaşık yüz metre mesafede demirli olan diğer motora geçmişler orada kurulanıyorlardı.Artık deniz eski kuvvetini kesmiş yinede sert olmasına rağmen yola çıkılabilecek konumuna gelmişti altı gündür koyda demirli kalmak kaptanın keyfini kaçırmış olsa bile dört arkadaş hallerinden hiçte şikayetçi değillerdi,motorun içinde her türlü oyunları oynuyorlar bazan saklambaç bazan kızılderilicilik,yakalananı motorun direğine halat ile bağlayıp direğin önünde kızılderili dansı yapıyorlar oyundan canları sıkılırsada hiç korkmadan kendilerini balıklama denize atıyorlardı.Motorun makinaları çalışmaya başlamış ağır ağır gemiciler çapayı çekerken kaptan koyun dışındaki havayı anlamaya çalışıyordu yine dalgalar yüksek rüzgar ise sert ti,biraz sonra koydan çıkılmış açık denize ulaşılmıştı dalgalar yüklü olan motorun baş tarafından vurdukça tazyikli şekilde dümen tutulan kamaranın camlarına sert şekilde çarpıyordu bizim iki moğanacı ise karınlarının ağrımasını bastırmak ile meşguldü bu aralar açık denize varalı nerdeyse bir saat olmasına rağmen motor sanki fazla uzaklaşmamış bunuda karaya bakarak aldıkları kerterizden anlıyordu dört arkadaş.Zar zor babakale önlerine ulaşılmış oradan dönüp çanakkaleye girilecek ama motorun baş tarafı dalgalara vurdukça tüm omurgaları şiddetle sarsılıyor her tarafından sesler geliyordu,bizim dört ufaklık ise koydan çıktıklarından beri yüzlerini denize sarkıtmış tüm yediklerini geri vermeye devam ediyorlardı,Kaptan daha fazla direnmenin faydasızlığını anlamış rotayı babakale'ye çevirip oraya demirlemeyi kafaya koymuştu ama motoru bu sert havada döndürmek ise çok tehlikeli olduğu kadar çok iyi kaptanlık gerektiren bir işti ufacık bir hatada motorun kapaklanıp batmaması işten bile değildi ama bu adanın tüm gemicileri gibi kaptan'da çok iyi bir denizciydi zorlanmasına rağmen motorun yönünü çevirmeyi başarmış geriye dönen motor ise dalgayı ve rüzgarı arkasından almanın verdiği destek ile uçarcasına babakalenin rüzgar ve deniz tutmayan koyuna girmiş çapayıda atıp kendini güvene almıştı.Dikili'den yola çıkalı nerdeyse bir hafta olması ayrıca Saatlerdir azgın denizde savrulup durulmanın verdiği moralsizlikle kaptan iki gemicisini erzak alması için karaya yollarken dört kafadarında onlarla gitmesini istedi.Sandala binen ufaklıklar biraz sonra karaya ayak bastıklarında sanki ayrı bir gezegene adım atıyormuş gibi heyecanlandılar.iki gemici erzak almak için köyün içlerine giderlerken bizim ufaklıklar birden yönlerini denize sıfır konumunda olan eski bir kaleye çevirdiler ve kalenin burçlarında gezinirlerken kendilerini burayı fethetmiş korsanlar gibi hissetmeye başlamışlardı daha bir kaç saat evvelki yılgın,yorgun kendilerini çaresiz hisseden hallerinden eser kalmamış tekrar çocukca oyunlarına neşelerine kavuşmuşlardı.Tam oyunlarının en heyecanlı bölümünde bir ses ile durdular köylülerden birisi gelmiş diğer iki gemicinin erzakları sandala yüklediklerini motora gitmek için sizleri bekliyorlar demesiyle koştura koştura sandalın bulunduğu yere kadar yarış yapmışlardı.Hava kararmış ,gün içinde gelişmiş olan sert dalgalar sonrasında da köy içindeki kalede oynamış oldukları korsancılık küçücük vücutlarını erkenden yorgun düşürmüş akşam yemeklerini yer yemez üzerlerine çöken ağırlığın etkisiyle yatağa kendilerini zor atıp hemen sızmışlardı.Uykularının en tatlı yerinde motorun makinasının çalışmasını duymuşlar hava düzeldi yola çıkıyoruz sanrısıyla yataklarında hafif debeleşip tekrar kafalarını yastığa vurmuşlardı ki bu sefer gemicilerin yer yer küfürlü,sert ve biraz da korkmuş haldeki bağrışlarını duyunca dördü birden yataktan doğrulup dışardaki gürültüye kulak kabartmaya başlamış sesler kesilmeyince de ok gibi yataktan fırlamışlar neler oluyor diye kaptanın yanına çıkmışlardı o sırada kaptan el iskandilini atan gemiciye sesleniyordu kaç metre diye durum şimdi anlaşılmıştı ilerleyen saatlerde rüzgar ters dönmüş denizde kaçık yaparak motorun çapalı olduğu koya kasırga gibi esmeye başlamıştı daha fazla direnemeyen yüklü ağaç motor çapasını sürüklemiş ve karaya oturmuştu,şimdi tüm telaşları karaya oturup batmaktan kurtulmak içindi makinalar tam yol çalışmış gemiciler ellerinden geldikçe motoru hafifletmek için ambardaki kömürleri denize atıyor gemicinin birisi elindeki el iskandili ardı ardına denize salıp derinliği ölçmeye çalışıyordu geminin yüklerinden arınması için dört ufaklıkta kendi güçleri doğrultusunda eline aldığı kömürü denize atmaya başlamışlardı bile bu esnada rüzgar önce hafiflemiş bir müddet sonrada dinmişti dalgalarda aynı şekilde kesilmiş artık motorun kapaklanma tehlikesi ortadan kalkmıştı ama sıkışmış olduğu karaya oturduğu yerden nasıl çıkacaklardı.Tüm mürettebat olanca gücüyle ellerinden gelen tüm gayreti veriyordu en sonunda motor önce kıpırdar gibi oldu sonra makinanında gücü sayesinde yavaş yavaş kurtulmaya başladı tehlike ortadan kalkmış kıyıdan epey uzaklaşmışlardı biraz daha açılıp çapayı tekrar denize atarak motoru iyice sağlama almışlar ama yapılan keşif sonrası baş altı tarafından su aldığı tespit edilmiş baş taraftaki makina hiç durmamacasına motora dolan suyu geriye denize dökmeye başlamıştı şimdilik görünen baş taraftaki makinanın şu an için yeterli olduğu ama denize girip dalarak birde çıplak gözle deliğin büyüklüğünü görmek gerekiyordu.Bunun için nefesi kuvvetli iyi dalabilen bir gemiciyi belirleyip birde yanına ufaklıklardan çok iyi yüzme bildiğini bildikleri çocuğuda vererek daldırdılar,dalgıçlar çok iyi bir iş yapmış deliği kısa zaman zarfında bulup bir teneke ile kenarlarını çivileyip denizin sızmasını engelleyemeseler bile giriş hızını oldukça düşürmüşler artık baş taraftaki makina durmaksızın değilde ara ara çalıştırılıp içeri giren suları hortumlarla tekrar denize püskürtmeye başlamıştı.Kaptan kendisine verilen bilgiler ışığında havanında düzelmesini fırsat bilip çapayı çektirmiş rotayı çanakkale üzerinden marmaraya çevirmişti bir kaç saat önceki fırtınadan eser kalmamış denizde şimdi yaprak bile kımıldamıyordu yaklaşık sekiz saat sonra adaya varılmış dört küçük moğanacı Gündoğdu'nun iskelesine ayaklarını basmıştı,arkadaşları hemen çepe çevre onları kuşatıp soru yağmuruna tutuyorlardı sorulardan biride şuydu bizim küçük moğanacıya'Neden kendi motorunuzla gelmeyip,köyün başka motoru ile geldiniz?'önce niye bu saçma soruyu sorduklarını anlayamayan bizim ufaklık sonra gerçeği öğrenince soruyu sorana hak vermişti.Çünkü babasının ağaç motoru köye üçgün evvel uğramış eksikliğini tamamladıktan sonra istanbula yoluna devam etmişti.sözde bizim iki kafadar küçük moğanacımız kendi motorlarından önce gelmek için bindikleri motorla büyük maceralar sonrasında köye üç gün geç varmışlardı... İ.dere
UFUK GÜNAY (UFUK EKMEKÇİOĞLU)
İZMİR ALSANCAK LİMANI VE AĞAÇ MOTORLAR
MOTORLAR İLE YARIŞ YAPAN YUNUS BALIKLARI
YÜKLÜ AĞAÇ MOTORLAR...
YÜKLERİN VE YILLARIN YORGUNLUĞU İLE DİNLENEN AĞAÇ MOTOR...
İZMİR ENTERNASYONAL FUARI
Kahramanlarımız dokuz yaşlarında ada'da yaşayan moğanacı çocuğu can ciğer iki arkadaştı.bin dokuzyüz yetmiş yılının sıcak bir eylül ayında kaptan olan babasının ağaç motoru mazot,su ve kumanya ihtiyacı için ada'daki köylerinin iskelesine yanaşmıştı bile.Son halatlarda bağlanmış babası karaya adımını atmıştı sevinçle elini öperken 'seni de izmire götürücem eve gidelimde annen eşyalarını hazırlasın''sözüyle bir an duraladı.Ani oluşan bu olay karşısında ne cevap vereceğini düşünürken yanındaki can ciğer arkadaşı 'Ben de sizinle geleyim.benim için de izin alırmısın Ahmet amca'diye sesinin en masumane şekliyle söze girip,izmire orada da her yaz bu mevsimde açılan fuarı görmek için birlikte gitmek istediğini belirtiyordu.Çok geçmeden izinler alınmış eşyaları ağaç motora yüklenmişti,demir almak için aralarında sadece tenekeler ile geminin su fıçısının doldurulması kalmıştı gemiciler su dolu tenekeleri elden ele uzatıp güzinelerinin hemen önündeki su fıçısını doldurmaya başlamıştı,bu esnada köyün mazotçusu sebahattin ağbi mazotu yüklemiş o kalın mazot hortumlarını çekmeye başlamıştı,Köyün fırıncısı Dali ekmekleri çıkarmış sıcak sıcak hasır sepetlere doldurulmuş,Peker bakkaliyesinden de eski hesaplar kapatılıp yeni hesap açılarak yolculuk için kumanyalar alınmıştı bile.İki küçük arkadaş kaptan köşküne çıkmış güverteden birbirine sevinçle sarılmış şekilde bir yandan ağaç motorun çapasının çekilmesini bir yandan da kendilerini uğurlamaya gelen ailelerini ellerini sallayarak gülümseyen gözlerle izliyorlardı,artık yolculuk başlamış ilk rota Gelibolu'ya çevrilmişti oradan ay çiçeklerini yükleyip izmir'e,izmirden yükü boşaltıp Dikili'ye geçip soma kömürünü yükleyip istanbul'a dönülecekti bu dönüş esnasında ada'ya tekrar uğranılıp hem aileleri ile kısa hasret giderilip ağaç motorun eksilen erzakları tamamlanacak ve iki küçük moğonacı nasıl oradan alındıysa aynı şekilde iskelede indirilecekti.
Gelibolu ada'dan altı saat mesafe uzaklıkta güzel bir kıyı kasabasıdır,gecenin karanlığında varılmış,iskelede yer olmadığından biraz açığa çapasını atıp demirlenilmiş sabah olunca boşalacak yere yanaşmak üzere beklemeye başlanılmıştı,o akşam karaya çıkamamışlar kamarada birisi yeni almış olduğu 'Define adası'kitabını okurken diğer arkadaşı boş sayfalara birbirinden güzel ağaç motor yada savaş gemisi resimleri çizip durarak uykularının gelmesini bekliyorlardı.
Usta gemicinin ''haydin bakalım kahvaltıya'' diye seslenmesi ile birden ranzalarından fırlamışlar ellerini yüzlerini yıkamak için kamaradan çıktıklarında çoktan gün ışımış,iskeleye yanaşmış olduklarını gördüklerinde şaşkınlık ve sevinç karışımı bir hal alınmıştı,öyle ya ne zaman çapalar çekilmiş makinalar çalışıp iskeleye yanaşılmıştı demek ki denizde deliksiz şekilde uyumuşlar bir şey hissetmemişlerdi.
Kamyonlar peşi sıra gelmeye başlanmış,vinçler durmadan ambara çuval çuval ay çiçeklerini indiriyor ambardaki işcilerde motor havaleli olmasın diye sıkı sıkı bu çuvalları istifliyorken iki arkadaş kahvaltılarını bitirip kendilerini iskeleye atarak gelibolu'yu dolaşmak için karaya çıkmıştı,daha erken olduğundan bir çok esnaf yeni yeni kepenklerini açıyor iki arkadaş'ta önce sahilde ilerleyen vakitte de kasaba içinde dolaşmaya başlayıp kasabayı tanımışlardı bile,iki sinema olduğunu gözlemleyip sahildeki sinemaya öğleden sonra biletlerini almışlardı,akşam üzerine doğru kıyıdaki çay bahçelerinde dondurmalarını almışlar birbirleri ile neşeyle sohbetle vakit geçiriyordu onlar için yanlarında başkasının olmasına gerek yoktu birbirlerine yetiyor hallerinden de memnunlardı.
İkinci gün ikindi vakti yükleme tamamlanmış motorun ambarı haki renkli muşambalar ile örtülürken iki arkadaş vakitlerini güvertede kitap okuyarak ve resim çizerek geçiriyordu,Kaptanın komutu ile bütün gemiciler hareketlenmiş,çarkcı başı makinaları çalıştırmış halatlar koyverilip baş tarafta çapa çekilmeye başlanmıştı tüm gemiciler bir arı çalışkanlığı karınca yardımlaşması gibi kenetlenmiş tam bir uyum içinde her yere yetişmeye çalışıyordu biraz sonra kaptan biraz daha makinalara yol verip rotayı izmir'e çevirmişti bir kaç saat içinde çanakkale boğazına varılmış bir sandal ile kaptan gümrük işlerini yaptırmak için karaya çıkarken,kendisi kitabına gömülmüş arkadaşı ise denizden de tüm heybeti ile görülen'Şehitler anıtı'nı ve Dur yolcu.Bilmeden gelip bastığın bu toprak,bir devrin battığı yerdir yazan,bir elinde de silah tutan Mehmetçiğin' resimlerini aynı güzellikte çizerken her ikiside ayrı bir ruh haleti içindeydi.
Kaptanı beklerken Çanakkale boğazının akıntısı yüklü ağaç motoru kısa bir süre zarfında bir uca getiriyor makinalar hızlanıp akıntının ters tarafına tekrar yol alınıp makinalar boşa alınarak yine akıntıya salınıyordu bir müddet sonra sandal gözükmüş motorun bordasına gelip yanaşmış,kaptan kamarasına yerleşirken gemiciler bir vinç yardımı ile sandalı motorun içine almışlardı.Şimdi önlerinde boğazın bitiminde tüm heybeti ile iskele tarafında Babakale ve surları sancak tarafında ise açıklarda midilli'nin uç noktaları görünmüştü.hava iyice kararmış iki arkadaş ambarın üstünde muşambaları sıyırıp çuvalın birini çaktırmadan delmişti bile,deldikleri çuvalı kendilerine göre genişletip apas apas çekirdekleri avuçlamış sırt üstü yıldızları seyreder vaziyette yatıp bir yandan tıka basa çekirdekleri yerken bir yandan kayan yıldızları gözlemleyip dileklerini tutuyor okuduğu kitaptan etkilenerek kendi kendine''Ho ho ho bir şişe rom'diye hiç durmadan tekrarlıyordu.Kendilerinden o kadar geçmişlerdi ki ahçının ''sonunda buldum sizi haydin bakalım yemeğe'' diye seslenmesi ile yemek masasının kurulmuş olduğu kamaraya girmişlerdi.bu ağaç motorda mutfak bir kişinin anca hareket edebildiği küçücük bir yerdi yemekler ise yine gemicilerin istirahat ettiği odalardan birine sabitlenmiş masadan ibaretti bu odada L şeklinde iki yatak bulunur yemekler yenirken yatağın kenarlarına da oturulurdu yalnız sadece bu motor için değil ama tüm ağaç motorlarda yemekler beş yıldızlı lokantalardan bile lezzetlidir,sadece motorun ahçısı değil çalışan tüm gemiciler birbirinden lezzetli yemekler yapma konusunda birbirleri ile yarışırlardı hele deniz mahsülü olunca menü, Yiyen parmaklarını da yerdi,bazı yemekler büyük tepsi ile gelir herkes çala kaşık aynı kaptan büyük bir keyf ile yemeklerini yer.Akşam karanlığında yıldızların parlaklığı ile ayvalık koyları ve Dikili geçilmiş gün ışırken Foça sularına girilmişti bizim küçük moğanacılar sırayla dümene geçmiş bir yandan kaptan'ın belirlediği rotadan sapmamak için pusuladan gözlerini kaçırmamaya çalışırken bir yandan denize açılmış küçük balıkçı sandallarına da dikkat ediyorlardı; güzel bir yaz sabahı idi denizden serin şekilde meltem rüzgarları esiyor keyifle yollarına devam ederlerken birden onlarca yunus sürüsü ağaç motorun önünde belirmiş iskele ve sancak taraflarından çaprazlama motorun baş tarafına geçip havaya sıçrayarak bir yandan oyun oynuyor bir yandan ise yarış ediyorlardı;yunusların birbiri ardına havaya sıçrayıp tekrar denizin derinliklerine dalıp birden ortaya çıkıp tekrar havaya sıçraması anlatılamayacak güzellikte bir görsellik oluşturuyordu.Tüm denizciler gibi iki arkadaşta yunusların bu hikayesini biliyorlardı yunuslar gemileri görünce onlarla yarışır eğer gemiyi geçemezlerse ya çatlarlar yada intihar ederler.Bu mit'e uyarak gemiciler genelde hızlarını keserler yunusların kendilerini geçmesini sağlarlardı,gerçi şu andaki ağaç motor hem yüklü hemde fazla hızlı gitmediğinden en fazla saatte yedi mil hız kesmeyi gerektirecek bir durum söz konusu değildi.İki arkadaş yunusları görür görmez hemen baş kasaraya koşturmuş,baş omuzlukta kendilerini sağlama alacak şekilde yerleşip yunusları daha yakından izlemeye başlamış bir yandan da iyice eğilip yunuslara dokunmaya çalışıyordu zaten ağaç motor,yeterince yüklü olduğundan baş tarafta deniz seviyesine epey yaklaşmıştı ama ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar yunuslara değemiyorlardı sadece havaya fırlamış yunuslar denize düşerken çarpmanın etkisi ile su sıçratıyor bu sular iki küçük moğanacının açık taraflarına yüzlerine geldikçe ''beni ıslattı beni ıslattı'' diye zevkle bağırıyorlardı gerçek olan yunusun suyu sıçratmasından ziyade motorun hafif çırpıntılı denizi yara yara giderken savrulan küçük dalgalar olsa bile iki moğanacı için bu yunusların ıslatması idi.bir müddet sonra bu mükemmel görsellik son bulmuş yunuslar geldikleri gibi gidişleride aynı sessizlik içinde olmuştu uzun müddet iki arkadaş bulundukları baş omuzlukta denizin her tarafını ufuk çizgilerini dahi meraklı gözlerle taramış artık yunusların geri dönmeyeceklerine ikna olarak ambarın üzerinde daha evvel yırtıp çaktırmadan deldikleri çuvalın yanına gelip avuçlarını ay çiçekleri ile doldurup sırt üstü uzanıp yunusları düşünürken ikisi birden ho,ho ho bir şişe rom diye tutturmuşlardı.Akşamın karanlığında ağaç motorun yara yara yoluna devam etmesi ege denizinin masmavi sularının da yakamozların havaya uçar şekilde pırıl pırıl parlaması ile ayrı güzel bir görsellik sunuyordu,iki ufak moğanacı güvertenin kenarından pür dikkat bu ışıltılara kendilerini vermişken yavaş yavaş kendileri ayrı bir dünyaya içsel yolculuk yapıyordu,bir yandanda hüzün salmıştı yüreklerini bu hüzün yakamozun verdiği ışıltı ile canlanmıştı yüreklerinde her ikisi bir şey demiyor bunun hakkında en ufak bir konuşma yapmıyordu ama geride bıraktıkları ellerini yüzlerini öperek vedalaştıkları annelerini özlüyorlardı,birbirlerine belli etmeseler bile yavaş yavaş denize akıttıkları gözyaşlarını,ıslak gözlerini ellerinin tersi ile silmişlerdi bile.
Egenin incisi güzeller güzeli prensesi İzmir ordaydı işte;apartmanların ve sokak lambalarının ışıltısına arabaların parlak farlarıda eklenmiş güzellik tüm çıplaklığıyla önlerine serilmişti bir kaç saat sonra konakta ki alsancak limanına yanaşılmış limandaki başka bir ahşap motorun üstüne yanaşılmıştı birbirlerini ezmemek için motorun belli yerlerinden usturmaclar sallandırılmış artık makina sesleri yerine usturmaç'ların sürtülmesinden doğan sesler karanlıkta konuşmaya başlamıştı.
İki ufak moğanacı o gün sabaha kadar heyecandan sabahı zor ettiler,sabah olmuş şanslarına hemen yüklemeye başlayamamışlardı önlerinde kendilerinden önce gelmiş yükünü boşaltacak motorlar olması belkide şanslarıydı en azından tahminlerinden fazla bir kaç gün daha kalmaktı bu durum.
Babası anca öğlene doğru motordan çıkmalarına izin verdi bu süre zarfında kitabının kalan son sayfalarını da okumuş bitirmişti.Karaya adımını atar atmaz fuarın nerede olduğunu sordular yürüme mesafesinde olduğunu öğrendiklerinde hiç vakit geçirmeden yola koyuldular bir kaç kişiye sorduktan sonra önlerine koskoca İzmir enternasyonel fuarı yazan tabelalar çıkmış fuarın epey fazla olan kapılarından birine doğru daha hızlı adımlarla yaklaşmışlardı.Heyecan ve süratle giriş kapısından girerlerken bir yandan da hayvanat bahçesinin ne tarafta olduğunu sorup öğrendiler fuar'da en çok ilgilerini hayvanat bahçesi ve ordaki ormanlar kralı aslanın heybetli duruşunu görmek istiyorlardı,ilk kez bir arslanı yakından ve sahici gözle göreceklerdi hele bu müthiş hayvan birde meşhur kükremesinide yaparsa bu yolculuk onlar için amacına ulaşmış olacaktı,o kadar çok Tarzan ve Zembla çizgi romanı okumuştu ki hele zembla'nın en büyük dostu yenilmez Buwana'ya hayrandı şimdi bu görkemli müthiş hayvanı görmesine sayılı dakikalar kalmıştı.İşte geldiler tel örgülerin üzerinde yazan yazıyı dikkate alarak fazla sokulmadan o heybetli hayvanı görmeye çalıştılar ama o da ne ? tel örgülerle çevrilen kafesin önünde miğdesi karnına yapışmış bir deri bir kemik vaziyette bir hayvan yere uzanmış miskin miskin uyukluyordu,şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadan kafesin içinden bir hayvan daha çıkmış nerdeyse sendeleyen adımlarla yavaş yavaş diğer aslanın bir kaç metre yanına gelip o da yere kendini yapıştırmış tembel vaziyette yatıyordu belli ki çok ta yaşlıydılar.Hayal kırıklıklarını ve şaşkınlıklarını üzerlerinden atar atmaz ordan uzaklaşıp diğer hayvanları görmeye geçtiler,birden yüzlerinin her tarafında ıslaklık oluştu ne olduğunu anlamaya çalışırlarken oradaki bir kaç ziyaretçinin de kendilerine güldüklerini görürken gerçeği anladılar.Kafesinde ki fil hemen önündeki havuz büyüklüğünde ki yapay göletten hortumuna su çekiyor madem siz benimle eğleniyorsunuz o zaman bende sizinle eğlenirim misali hortumuna doldurduğu suyu kendisini izleyen ziyaretçilere püskürtüyordu.Artık neşeleri yerine gelmiş diğer hayvanları da izledikten sonra fuarın lunapark bölümüne geçmişlerdi.Ada'da büyüdüklerinden şehir hayatını bilmiyorlardı sonuçta ikiside dokuz yaşlarında ufak çocuktu şu anda gördükleri herşey onlara inanılmaz geldiği gibi mükemmel de geliyordu işte bir kulenin önündeler asansörle birileri yukarı çıkıyor sonra kendilerini yere atıyorlardı kısa bir müddet sonra açılan paraşüt sayesinde kuş gibi süzüle süzüle inen insanlar karşılarındaydı bir müddet te paraşütçüleri izleyip sonra,motorsiklet ile silindir şeklinde bir çukurun içinde yapılan gösterileri ağzı açık ve korkuyla izlediler,daha sonra hep bildikleri ama bir türlü binmeye fırsat bulamadıkları çarpışan arabaların önüne gelmiş arabalar durunca ok gibi fırlayarak boşalan arabalara oturmuşlardı bile,başlama işareti ile birlikte önünde gördüğü ilk arabadan başlamışlardı artık uçan kaçan kurtulamıyor bazen ikisi başka bir aracı köşede sıkıştırıp aynı anda üzerlerine çarpıyordu bazan çarpacak araç yoksa birbirlerini kesip birlikte çarpışıyorlardı,uzun müddet çarpışan arabaların bölümünden ayrılmamış ceplerinde nerdeyse tüm parayı o gün orada harcamışlardı,bir başka günde sihirli aynalara girip kendilerinin çeşitli biçimlerini gördükçe gülmekten karınlarına sancılar girmişti,bu kadar gülmenin peşine tren ile korku tüneline girip korkudan sararmış bir yüzle çıkınca bir daha korku tüneline girmemeye yemin etmişlerdi,zifiri karanlıkta hayalet sesleri aniden önlerine çıkan iskeletler ve sanki çalı süpürgesi ile kafalarına vurulması...bir an evvel tünelin çıkışına varmak için bildikleri tüm duaları söyletmişti iki arkadaşa.Artık her gün fuara gidiliyor ordan arta kalan zamanında ise bir ara sokakta kaliteli bir mağaza keşfetmişler onların ilgisini mağazanın kaliteli olmasından ziyade merdivenle çıkılması merdivenin bittiği yerde de üniformalı bir görevlinin olması idi,tabiiki bu merdiven daha evvel gördükleri merdivene benzemiyor kendi kendine hareket ediyordu,bir adım atıp üzerine basıyorsun o seni hiç adım atmadan yukarı çıkarıyor hemen yanındaki merdivenle de yine hiç yürümeden kendi kendine iniyorsun,bu o kadar hoşlarına gitmişti ki bir çıkıp hemen iniyor tekrar çıkıp tekrar iniyorlardı en sonunda üniformalı görevli bunları farketti ve sert şekilde ''bir daha binerseniz!...''diye tehdit edip korkuttu fakat bizimkiler yinede ünüformalı görevliyi takibe alıp o bölgeden bir dakikalığına bile uzaklaşsa hemen merdivenlere koşturmaya devam ettiler.Bu esnada vakit dolmuş ağaç motorun yükü boşalmış Dikili'ye kömür yüklemek için son hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı artık motordan inmeleri yasaklanmış yarım saat içinde de hareket başlamıştı.Gün ışımadan Dikili'ye varılmış limana girilmişti bile,Gerek limanın içinde gerekse iskelede kendi köylerinden ağaç motorların olması bizim küçük moğanacılara yabancılık hissi vermedi ilk kez geldikleri bu sahil kasabasına içleri ısınmış sanki hep orda yaşamışlar gibi sıcak gelmişti.iki arkadaşı bir süpriz daha bekliyordu köyünün motorlarının birinde iki arkadaşları daha vardı motorun sahibi oğlunu da yanına almış onunla birlikte yakın bir arkadaşınıda, Artık dört arkadaş Dikili'nin gerek limanında gerekse kasabanın bitiş çizgisinde ki antur adındaki plaja gidiyor orada yüzüyorlardı ayrıca birde motorlarının sandalını da alıp arkasından halat koyverip sandalın makinasını çalıştırıp kendilerince su kayağı da yapıyorlardı tek dikkate almadıkları şey ise sandalın arkasından halata tutunarak denizi yara yara gelirken suyun basıncı ile mayoları yada yüzme şortları biraz aşağıya kayıyor bir eliylede mayosunu düzeltmek zorunda kalıyorlardı.akşamlarıda Hasanakinin işlettiği yazlık sinemadaki filmleride kaçırmıyorlardı.Sonunda babası oğlunu yanına çekip iki küçük moğanacıyıda köylerinden olan motor ile göndermek istediğini söyledi bu motor yükünü doldurmak üzere idi kendi motorları ondan sonra iskeleye yanaşacak anca iki yada üç gün sonra yola çıkacaktı iki arkadaş gerek annelerinin özlemi gerekse bu motorda da iki yakın arkadaşının olmasının avantajı ile fazla zorluk çıkarmadan babasını dinlediler,peşinede kendi motorundaki bir kaç eşyayı diğer motora taşıdılar bir kaç saat sonrada marmara ya doğru yol almışlardı bile.nerdeyse iki hafta önce güzel süt liman bir günde başlayan yolculukları şimdi fazla tehlikeli olmayan ama sert bir havada sürmeye başlamıştı,Motorun kaptanı gittikçe rüzgarın gücünü arttırması buna paralel olarakta denizdeki dalgaların kabarması sonucunda yola devam etmektense önlerindeki ayvalığın küçük koylarından birine sığınmayı tercih etti,koya girdiklerinde bir kenarda yine kendi köylerinden olan yüklü bir başka motorunda sığınıp demirlediklerini gördüler.Kaptanları önce megafonla konuşup sonra denize sandalı indirerek diğer motora misafirliğe bir yandanda hava durumu ile ilgili bilgi paylaşımına giderken motordaki dört arkadaş ise koyda yüzüp yüzmeme sohbeti içindeyken bir tanesi üzerindeki tshirt'ünü sıyırıp şortu ile balıklama kendini denize attı ve arkadaşlarına ''haydi gelin'' diye seslenmeye başlamıştı,kısa bir deniz sıcak mı,soğukmu konuşmalarının ardından birer birer kalan üç arkadaşta kendini bu tertemiz denize bırakmıştı yalnız her atlayan soğuktan dişlerini birbirine vurmaya başlamıştı bile çünkü deniz tam bir buz'du,bunun nedenide koyun olduğu alan kara parçası göz alabildiğince el değmemiş ormanlar içindeydi ve denizin içinden belli yerlerde buz gibi kaynak suyu fışkırıyordu bir kaç metre mesafede yüzünce ise yal gibiydi herkes sıcak bir yer bulmuş oralarda yüzmeye başlamıştı,biraz sonrada yüzerek yaklaşık yüz metre mesafede demirli olan diğer motora geçmişler orada kurulanıyorlardı.Artık deniz eski kuvvetini kesmiş yinede sert olmasına rağmen yola çıkılabilecek konumuna gelmişti altı gündür koyda demirli kalmak kaptanın keyfini kaçırmış olsa bile dört arkadaş hallerinden hiçte şikayetçi değillerdi,motorun içinde her türlü oyunları oynuyorlar bazan saklambaç bazan kızılderilicilik,yakalananı motorun direğine halat ile bağlayıp direğin önünde kızılderili dansı yapıyorlar oyundan canları sıkılırsada hiç korkmadan kendilerini balıklama denize atıyorlardı.Motorun makinaları çalışmaya başlamış ağır ağır gemiciler çapayı çekerken kaptan koyun dışındaki havayı anlamaya çalışıyordu yine dalgalar yüksek rüzgar ise sert ti,biraz sonra koydan çıkılmış açık denize ulaşılmıştı dalgalar yüklü olan motorun baş tarafından vurdukça tazyikli şekilde dümen tutulan kamaranın camlarına sert şekilde çarpıyordu bizim iki moğanacı ise karınlarının ağrımasını bastırmak ile meşguldü bu aralar açık denize varalı nerdeyse bir saat olmasına rağmen motor sanki fazla uzaklaşmamış bunuda karaya bakarak aldıkları kerterizden anlıyordu dört arkadaş.Zar zor babakale önlerine ulaşılmış oradan dönüp çanakkaleye girilecek ama motorun baş tarafı dalgalara vurdukça tüm omurgaları şiddetle sarsılıyor her tarafından sesler geliyordu,bizim dört ufaklık ise koydan çıktıklarından beri yüzlerini denize sarkıtmış tüm yediklerini geri vermeye devam ediyorlardı,Kaptan daha fazla direnmenin faydasızlığını anlamış rotayı babakale'ye çevirip oraya demirlemeyi kafaya koymuştu ama motoru bu sert havada döndürmek ise çok tehlikeli olduğu kadar çok iyi kaptanlık gerektiren bir işti ufacık bir hatada motorun kapaklanıp batmaması işten bile değildi ama bu adanın tüm gemicileri gibi kaptan'da çok iyi bir denizciydi zorlanmasına rağmen motorun yönünü çevirmeyi başarmış geriye dönen motor ise dalgayı ve rüzgarı arkasından almanın verdiği destek ile uçarcasına babakalenin rüzgar ve deniz tutmayan koyuna girmiş çapayıda atıp kendini güvene almıştı.Dikili'den yola çıkalı nerdeyse bir hafta olması ayrıca Saatlerdir azgın denizde savrulup durulmanın verdiği moralsizlikle kaptan iki gemicisini erzak alması için karaya yollarken dört kafadarında onlarla gitmesini istedi.Sandala binen ufaklıklar biraz sonra karaya ayak bastıklarında sanki ayrı bir gezegene adım atıyormuş gibi heyecanlandılar.iki gemici erzak almak için köyün içlerine giderlerken bizim ufaklıklar birden yönlerini denize sıfır konumunda olan eski bir kaleye çevirdiler ve kalenin burçlarında gezinirlerken kendilerini burayı fethetmiş korsanlar gibi hissetmeye başlamışlardı daha bir kaç saat evvelki yılgın,yorgun kendilerini çaresiz hisseden hallerinden eser kalmamış tekrar çocukca oyunlarına neşelerine kavuşmuşlardı.Tam oyunlarının en heyecanlı bölümünde bir ses ile durdular köylülerden birisi gelmiş diğer iki gemicinin erzakları sandala yüklediklerini motora gitmek için sizleri bekliyorlar demesiyle koştura koştura sandalın bulunduğu yere kadar yarış yapmışlardı.Hava kararmış ,gün içinde gelişmiş olan sert dalgalar sonrasında da köy içindeki kalede oynamış oldukları korsancılık küçücük vücutlarını erkenden yorgun düşürmüş akşam yemeklerini yer yemez üzerlerine çöken ağırlığın etkisiyle yatağa kendilerini zor atıp hemen sızmışlardı.Uykularının en tatlı yerinde motorun makinasının çalışmasını duymuşlar hava düzeldi yola çıkıyoruz sanrısıyla yataklarında hafif debeleşip tekrar kafalarını yastığa vurmuşlardı ki bu sefer gemicilerin yer yer küfürlü,sert ve biraz da korkmuş haldeki bağrışlarını duyunca dördü birden yataktan doğrulup dışardaki gürültüye kulak kabartmaya başlamış sesler kesilmeyince de ok gibi yataktan fırlamışlar neler oluyor diye kaptanın yanına çıkmışlardı o sırada kaptan el iskandilini atan gemiciye sesleniyordu kaç metre diye durum şimdi anlaşılmıştı ilerleyen saatlerde rüzgar ters dönmüş denizde kaçık yaparak motorun çapalı olduğu koya kasırga gibi esmeye başlamıştı daha fazla direnemeyen yüklü ağaç motor çapasını sürüklemiş ve karaya oturmuştu,şimdi tüm telaşları karaya oturup batmaktan kurtulmak içindi makinalar tam yol çalışmış gemiciler ellerinden geldikçe motoru hafifletmek için ambardaki kömürleri denize atıyor gemicinin birisi elindeki el iskandili ardı ardına denize salıp derinliği ölçmeye çalışıyordu geminin yüklerinden arınması için dört ufaklıkta kendi güçleri doğrultusunda eline aldığı kömürü denize atmaya başlamışlardı bile bu esnada rüzgar önce hafiflemiş bir müddet sonrada dinmişti dalgalarda aynı şekilde kesilmiş artık motorun kapaklanma tehlikesi ortadan kalkmıştı ama sıkışmış olduğu karaya oturduğu yerden nasıl çıkacaklardı.Tüm mürettebat olanca gücüyle ellerinden gelen tüm gayreti veriyordu en sonunda motor önce kıpırdar gibi oldu sonra makinanında gücü sayesinde yavaş yavaş kurtulmaya başladı tehlike ortadan kalkmış kıyıdan epey uzaklaşmışlardı biraz daha açılıp çapayı tekrar denize atarak motoru iyice sağlama almışlar ama yapılan keşif sonrası baş altı tarafından su aldığı tespit edilmiş baş taraftaki makina hiç durmamacasına motora dolan suyu geriye denize dökmeye başlamıştı şimdilik görünen baş taraftaki makinanın şu an için yeterli olduğu ama denize girip dalarak birde çıplak gözle deliğin büyüklüğünü görmek gerekiyordu.Bunun için nefesi kuvvetli iyi dalabilen bir gemiciyi belirleyip birde yanına ufaklıklardan çok iyi yüzme bildiğini bildikleri çocuğuda vererek daldırdılar,dalgıçlar çok iyi bir iş yapmış deliği kısa zaman zarfında bulup bir teneke ile kenarlarını çivileyip denizin sızmasını engelleyemeseler bile giriş hızını oldukça düşürmüşler artık baş taraftaki makina durmaksızın değilde ara ara çalıştırılıp içeri giren suları hortumlarla tekrar denize püskürtmeye başlamıştı.Kaptan kendisine verilen bilgiler ışığında havanında düzelmesini fırsat bilip çapayı çektirmiş rotayı çanakkale üzerinden marmaraya çevirmişti bir kaç saat önceki fırtınadan eser kalmamış denizde şimdi yaprak bile kımıldamıyordu yaklaşık sekiz saat sonra adaya varılmış dört küçük moğanacı Gündoğdu'nun iskelesine ayaklarını basmıştı,arkadaşları hemen çepe çevre onları kuşatıp soru yağmuruna tutuyorlardı sorulardan biride şuydu bizim küçük moğanacıya'Neden kendi motorunuzla gelmeyip,köyün başka motoru ile geldiniz?'önce niye bu saçma soruyu sorduklarını anlayamayan bizim ufaklık sonra gerçeği öğrenince soruyu sorana hak vermişti.Çünkü babasının ağaç motoru köye üçgün evvel uğramış eksikliğini tamamladıktan sonra istanbula yoluna devam etmişti.sözde bizim iki kafadar küçük moğanacımız kendi motorlarından önce gelmek için bindikleri motorla büyük maceralar sonrasında köye üç gün geç varmışlardı... İ.dere
UFUK GÜNAY (UFUK EKMEKÇİOĞLU)
İZMİR ALSANCAK LİMANI VE AĞAÇ MOTORLAR
MOTORLAR İLE YARIŞ YAPAN YUNUS BALIKLARI
YÜKLÜ AĞAÇ MOTORLAR...
YÜKLERİN VE YILLARIN YORGUNLUĞU İLE DİNLENEN AĞAÇ MOTOR...
İZMİR ENTERNASYONAL FUARIhttp://youtu.be/BRRnM-eJDmk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder