BEKLE BENi
Bekle beni, döneceğim ben. Çok çok, bıkmadan bekle! Sarı yağmurların Hüznü basınca, Kar kasıp kavururken, Kızgın sıcaklarda - bekle. Uzak yerlerden mektuplar kesilince Bekle beni. Birlikte bekleyenlerin beklemekten Usandığına bakma, bekle. Bekle beni, döneceğim. Unutmak zamanı geldiğini Ezbere bilenleri Hayırla anma! Varsın oğlum, anam Hayatta olmadığıma inansın, Dostlarım beklemekten usansın, Ocak başında toplanıp Acı şarapla Yadetsinler beni. Sen bekle. Onlarla birlikte İçmekte acele etme. Bekle beni; döneceğim, Bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim! "Şansı varmış..." desinler, Beklemedikleri için, Beni bekleyerek Düşman ateşinden nasıl Koruduğunu anlayamazlar. Sağ kalışımın sırrını yalnız Senle ben bileceğiz- Bütün sır -senin Başkalarının bilmediği gibi beklemeyi bilmende. Konstantin Mihavloviç Simonov
Dünyanın en tanınmış, en bilinen savaş şiiri olan Bekle Beni ‘Zhdi
Meny’, Konstantin Mikhailovich Simonov’un Valentina Serova’ya yazdığı
şiirdir. Simonov, Kızıl Yıldız ve Savaş Bayrağı gazetelerinde
çalışırken İkinci Dünya Savaşı başlamış, Alman orduları Avrupa’nın büyük
bir bölümünü işgal ettikten sonra Sovyetler Birliği’ne girmişti.
Moskova ile Stalingrad kuşatma altına alındı. Simonov, gazetesi
tarafından savaş muhabiri olarak Stalingrad cephesine gönderildi.
Cepheye ayak bastığı günlerde partiye de kaydoldu. Simonov böylece
İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinin yaşandığı Stalingrad
cephesinde sadece bir gazeteci değil, aynı zamanda hem de yarbay rütbeli
bir asker oldu. Aynı zamanda parti komiseriydi. Derken bir gece,
diğerleri gibi cehennemi andıran bir gece, yarı beline kadar çamura
battığı, sağına soluna top ve şarapnel parçalarının düştüğü, başının
üzerinden vızır vızır mermilerin uçuştuğu bir gece, her zamanki gibi
sevdiği kadını, güzeller güzeli Valentina Serova’yı düşünürken, bu
kadına karşı duyduğu aşk ve hasretin dayanılmaz bir hale geldiğini
hissetti. Bütün eti, bütün kemikleri, bütün sinirleri, elleri, gözleri,
beyni o anda hemen oracıkta Serova’yı istiyordu. Simonov çok sonraları o
geceyi anlatırken, ?çıldırmak üzere olduğumu anladım ve bunu
önleyebilmenin tek yolu Valentina ile konuşmak, ona aşkımı ve hasretimi
anlatmak ve mutlaka geri döneceğimi söylemekti? diye konuştu. Ünlü Bekle
Beni şiiri işte o gece yazılmaya başlandı. Simonov o sıralarda henüz
yirmi beş yaşındaydı ve önünde Valentina ile birlikte yaşanacak uzun
yıllar olduğuna yürekten inanıyordu. İzne çıkan bir askere şiirini verdi
ve yolu düşerse şiiri gazeteye bırakmasını söyledi. Sonra da savaşın
acımasızlığı her yanını kuşattı ve Simonov şiirinden herhangi bir haber
alamadı. Oysa asker şiiri gazeteye ulaştırmış, şiir gazetenin savaşın
henüz sıçramadığı şehirlerden birindeki baskısında yayımlanmıştı. Sonra
bir gün askerlerden biri şiiri görmüş, onu kesmiş ve Stalingrad
yakınlarındaki bir kasabada yaşayan nişanlısına göndermişti. Şiirden çok
duygulanan genç kız da bunu arkadaşlarına gönderince, ortaya o ünlü
Bekle Beni fırtınası çıkmıştı. Bütün bir savaş boyunca cephenin
göbeğinde savaşanlardan, Rusya’nın çok uzak ve griler içindeki Kuzey
limanlarında görev yapan bahriyelilerine kadar bütün bir Sovyet
ordusunda bu şiir hem subaylar hem de erler tarafından ezberlendi.
Yüzlerce değişik biçimde ama hep hüzünlü bir tonda bestelendi. O dönemde
cephede vurulup ölen ya da yaralanan tüm Sovyet askerlerinin tam
kalplerinin üzerine denk gelen göğüs ceplerinde, ya gazeteden kesilip
çoğaltılmış ya da kargacık burgacık harflerle yazıya dökülmüş Bekle Beni
şiiri çıktı. Bu şiirin, Ortadoks kutsal metinlerinden sonra Rus halkı
tarafından en çok okunan ikinci yazı olduğu söylendi. Simonov,
yaşadığı süre boyunca sevmekten bir an bile vazgeçmediği Valentina
Serova’yı ilk kez Moskova yakınlarında bir tren istasyonunda gördü. O
zamanlar yirmi bir yaşında ve Sovyet sinemasının oldukça ünlenmiş bir
sanatçısı olan Serova, sarı saçlı, ince ve uzun boylu güzel bir kadındı.
O yaz günü Moskova yakınlarındaki Kolomenskoye istasyonunda tesadüfen
Valentina’yı gören Simonov, genç kadına hemen o anda vurulduğunu hep
anlattı. Simonov’un anlattığına göre, ?Bolahnin dantelleri ve Gorodets
işlemeleriyle süslü gök mavisi bir elbise giymiş olan Valentina, uçuşan
sarı saçları, yaramazca havalanan eteği ve boynundaki beyaz inci
gerdanlığıyla? çok güzel bir kadındı ve ona âşık olmamak imkansızdı.
1943′de evlendiler. Simonov, Valentina’ya ?senin yüzün benim kaderim?
diyordu ve bu kaderi severek yaşıyordu. Sonra savaş yılları geldi.
Simonov, cephelerde kanlı savaşların içinde Valentina’ya yazmayı hiç
aksatmadı. Bekle Beni’den sonra Seninle ve Sensiz, Kızma Yazarsam adlı
uzun şiirlerini hep bu dönemde ve tabii Valentina Serova için yazdı.
Bunları gönderip gönderememek, Valentina’nın bunları okuyup okumaması
değildi önemli olan. Önemli olan onun Valentina’ya olan aşkını her gün,
her dakika, her sabah, her akşam fısıldayabilmesiydi. Gerisi önemsizdi
ve Simonov daha sonra da söylediği gibi, bunu yapamazsa çıldıracağını
biliyordu. Savaş bitti. Simonov, Valentina’nın yanına döndü. Bazı
şeylerin yolunda gitmediğini de işte ilk kez o günlerde anladı. Yaşam,
insanlar, ilişkiler zaten değişmek zorundaydı ve savaş bu değişimi daha
da hızlandırmıştı. Valentina, Sovyet sinemasının en ünlü yıldızlarından
biriydi artık. Simonov ise sanki Stalingrad cephesinde yaşıyordu hâlâ.
Uğruna ölümlere gidip geldiği, sadece ona kavuşmak umuduyla hayatta
kalabildiği bu kadını artık pek tanıyamıyordu. O hâlâ ılık bir yaz
gününde muzip bir rüzgarın eteklerini havalandırdığı, sarı saçlı bir
kadın görmek istiyordu ama göremiyordu. Nedir, aşkından ve sevgisinden
de asla vazgeçmiyordu. Valentina’nın dedikodulara yol açan bir hayat
sürmesi, ortalıkta bazı yakışıklı sinema aktörlerinin adının dolaşması
da Valentina’ya olan aşkını zerre kadar azaltmıyordu ama bir insan
olarak etkilenip günün birinde bu canı kadar sevdiği kadını
incitebileceğinden de korkuyordu. Belki de böyle bir şey yapmamak için,
Valentina’yı kırmamak için 1957′de hiçbir açıklama yapmadan onu terk
etti. Konstantin Simonov, bir zamanlar beklemesi için yalvardığı kadını
karlı bir Moskova sabahı bırakıp gitti ve bir daha hiç geri dönmedi.
Yazmayı yoğunlaştırdı. Albayın Aşkı, Savaşsız Yirmi Gün, Günler ve
Geceler, Savaş Günleri, İnsan Asker Doğmaz ve Silah Arkadaşları gibi
kitapları yazdı. Sovyet Yazarlar Birliği Başkanı seçildi. Türkiye de
dahil, bir çok ülkeye gitti. Valentina Serova 1975 yılında öldü.
Simonov cenazeye katılmadı. Ertesi sabah Serova’nın mezarının üzerinde
bir saksı içinde mavi hareli, sarı yapraklı bir hercai menekşe çiçeği
bulundu. Kırmızı saksıya küçük beyaz bir kağıt yapıştırılmıştı ve
kağıtta işlek bir el yazısıyla ‘Zhdi Meny’ yani bekle beni yazıyordu. Bu
çiçeği kimin bıraktığı ve küçük notu kimin yazdığı daha sonraki
günlerde Simonov’a defalarca soruldu. Simonov her defasında acı bir
şekilde gülümsemekle yetindi ve cevap vermedi.Yıllar önce ?sağ kalışımın
sırrını yalnız senle ben bileceğiz, bütün sır senin beklemeyi bilmende?
diye yazmıştı ve sevdiği kadın da onu beklemişti. Şimdi bekleme sırası
ondaydı. Konstantin Mikhailoviç Simonov, 28 Ağustos 1979′a kadar bekledi. Sonra kendisini bekleyen sevdiği kadının yanına gitti.
Sanki önceden anlaşmışlar gibi, iki taraf da ansızın sustu.
Luftwaffe’nin kuşatmadan beri kentin üzerinde düzenli olarak uçurduğu
Messerschmitt ile Stuka’lar nedense ilk seferden sonra bir süreliğine o
gece bir daha havalanmadılar. İşaret fişeklerinin fosforlu yeşil ve
yaldızlı mor renkli ışıklarıyla yer yer aydınlanan karanlık gökyüzünde,
uçakların boğuk motor homurtuları ile gövdelerine bağlayıp ölüm
yağdırdıkları makineli tüfeklerin ürkütücü sesleri duyulmaz oldu.
Stuka’ların dalışa geçerken sırf dehşet yaratmak amacıyla özel olarak
çaldıkları canavar düdükleri sustu. Havadaki bu beklenmedik sessizliği,
karadaki sükunet izledi. Askerlerin ‘boz ayı’ diye isim taktığı Panzer
Brummbar’lar, Stug’lar ve Dora topları mermi atmayı kesti.
Wehrmacht’ın başlattığı belki de tümüyle bir rastlantı sonucu oluşan bu
beklenmedik sükunete, aylardır umutsuzca da olsa kenti savunan ve
herkesin kısaca ’62′ dediği, altmış ikinci ordunun yaralı, yorgun, aç ve
yarı yarıya donmuş askerleri de hemen aynı anda katıldılar. İşçilerin
gece yarıları yoğun ateş altında gizlice Barrikady fabrikasına girip
yeniden kalibre ettikleri zırh delici mermileri fırlatan toplar sustu
önce. Sonra aylardır gökyüzünde Alman uçaklarıyla ölüm kalım savaşı
yapan Yakovlev ve ‘Şturmovik’lerin pervaneleri durdu. Tahtadan yapılmış
oldukları için insanların ‘odun kahraman’ diye isimlendirdiği
Lavoçkin’lerin kulak tırmalayıcı motor sesleri de duyulmaz oldu.
Günler ve gecelerdir şehri savunan Sovyet askerleri, beklemedikleri bir
anda doğan bu fırsatı değerlendirmek için yere uzandılar. Çatır çatır
ayazın, içinde buz parçalarının yüzdüğü ağdalı bir sıvı haline getirdiği
Volga’nın gece fısıltılarını dinlemeye koyuldular. Sonra çok eski bir
ordu geleneğine uyarak, ancak kendilerinin duyabileceği bir sesle şarkı
söylemeye hazırlandılar. Mısır koçanlarından yaptıkları ve içinde çoğu
kez tütün yerine kurumuş yosun yakıp içtikleri pipolarını söndürdüler.
Şarkıya yol gösterecek olan alto sesli Kazak asker gırtlağını temizledi.
Kızıl Yıldız gazetesinin savaş muhabiri olarak aylardır burada bu
askerlerle birlikte olan adam da onların hangi şarkıyı söyleyeceklerini
tahmin etmeye çalıştı. Muhtemelen daha önce de ara sıra söyledikleri
Ölüm ve Asker ile başlayacaklardı. Sonra Küçük İzci Pashkov ve son
olarak da nispeten biraz daha neşeli bir şarkı olan Sevgili Komşum
Dariya Vlasievna ile o geceyi bitireceklerdi. Savaş muhabiri, kibrit
alevini avuçlarında gizleyerek, uzun karton zıvanalı bir Dukat sigarası
yaktı ve askerlerin söyleyeceği şarkıyı dinlemeye hazırlandı.Volga
boylarında şarkının ilk sesleri yükselince şaşırdı. Şarkının melodisini
ilk kez duyuyordu ama sözlerini ezbere biliyordu. Şarkı, cephedeki bir
askerin, ardında bıraktığı ve deli gibi sevdiği kadına yakarışını
anlatıyordu. Herkesin her dakika can verdiği bu korkunç savaşta aylardır
kendisinden haber alınamayan asker, son bir umutla sevdiği kadına
?kimseler beklemezken bekle beni? diye yalvarıyordu. Asker bu bekleyişin
saçma olacağını biliyordu. Asker, bütün yakınlarının çoktan onun ruhu
için ateşin başında bir veda ve kutsama şarabı içtiklerini biliyordu.
Asker bütün bunları biliyordu ve sevdiği kadının o acı şaraptan içmesini
istemiyordu. İstemiyordu çünkü dönecekti. Aşkına, sevdiği kadına
inandığı kadar, hatta daha da fazla inanıyordu buna. Dönecekti. Belki
hemen o gün belki yıllarca sonra ama mutlaka dönecekti. Kazak asker, Rus
steplerinde yüzlerce yıldır söylenegelen şarkılar şeklinde basitçe ama
alabildiğine hüzünlü bir makamla besteleniverdiği belli olan şarkıyı,
gecenin dondurucu rüzgarının ürkütücü ıslıkları arasında zor duyulur bir
sesle söylemeyi sürdürüyordu. Asker, ?yağmurlar yağarken bekle beni,
karlar tozarken bekle, kimseler beklemezken bekle beni, ortalık
ağarırken bekle? diye adeta ağlar gibi söylüyordu ve tam sesinin iyice
duyulmaz olduğu bir anda öteki askerler hep bir ağızdan ?bekle beni
döneceğim? diye şarkıya katılıyordu. Savaş muhabiri, Sovyet asker
sigarası Dukat’tan son nefesleri de çekip, donmuş toprak üzerinde
söndürdü. Hayretle askerlere bakıyordu. Sarışın Rus, Ukraynalı, esmer ve
çekik gözlü Özbek, Kazak, Türkmen, Tatar ve daha bir çok ulustan oluşan
askerler, şimdi ayağa kalkmışlar ve kol kola girerek şarkıyı
söylüyorlardı. Yavaşça sallanarak ve aylardır su yüzü görmemiş, çamur,
barut dumanı, küflü undan yapılmış kapkara ordu ekmeği kırıntıları, kan
lekesi ve uzamış sakallarla kaplı yüzlerinde belli belirsiz bir
gülümsemeyle muhabire doğru yaklaştılar. Şarkının sonunu muhabirin de
katılmasıyla hep birlikte söylediler: ?Bir tek sen olsan bile bekleyen
beni, döneceğim bekle beni?. Muhabir karma karışık duygular içinde
askerlere bakıyordu. Bu şarkıyı, daha doğrusu bu şiiri kendisi yazmıştı.
Aylardır cephede savaş muhabirliği yapıyordu. Önceleri gazetesi ve
ailesiyle haberleşebiliyordu. Derken Alman Nazi Ordusu Wehrmacht’ın
kuşatması iyice ağırlaşmış ve o da herkesin ölüme teğet yaşadığı o
günlerden birinde oturup, sevdiği, deli gibi özlediği, kavuşma umudunu
en kötü anlarda bile bir kez olsun yitirmediği kadına bu şiiri yazmıştı.
Kısa bir izinle Moskova’ya giden bir askere şiiri vermiş ve onu
çalıştığı Kızıl Ordu gazetesine götürmesini söylemişti ama o günden
sonra o askeri bir daha görmemiş, gazetesinden de hiçbir haber
alamamıştı. Şaşkınlığı bundandı işte. Gece gündüz savaşan bu askerler bu
şiiri ne zaman ve nereden bulmuşlardı. Bunca açlık, bunca kan
içindeyken ne zaman vakit bulup da ezberlemişlerdi ve dahası bu şiiri ne
zaman, hangi ölüm yağan gecelerden birinde besteleyip şarkı haline
getirmeyi başarmışlardı? Muhabirin bütün bunları düşünecek fazla vakti
olmadı. Alman hava kuvvetleri Luftwaffe’nin Stuka’ları yeniden canavar
düdüklerini çalarak hücuma geçti. Toplar tekrar ölüm yağdırmaya
başladılar. Gökyüzü yine zehir yeşili ve yaldızlı mor ışıklarla donandı.
Sovyet askerleri, M 39 toplarının başına koştular. Aylardır kuşatma
altında bulunan, düştü düşecek Stalingrad şehri, her zamanki cehennem
gecelerinden birini daha geçirmeye başladı. Nedir, aylardır bu kanlı
savaşta birkaç saat daha yaşayabilmek ve şehirdekileri biraz daha
yaşatabilmek için dövüşen insanlarda o gece bir şeyler değişmişti.
’62′nin askerleri kısa bir aradan sonra yeniden buz tutmuş çamurla kaplı
siperlere doğru koşarken, Bekle Beni Döneceğim şarkısını hem de bu kez
avaz avaz bağırarak söylemeyi sürdürüyorlardı. Stalingrad varoşları,
Volga’nın donmuş bozkırları, pırıl pırıl parlayan bir umut şarkısıyla
çınlıyordu. ?Varsın tüm dostlarım umutlarını kessinler, sen kesme,
bekle, döneceğim ben?? K DERGİSİ, KONSTANTIN SIMONOV, Bekle Beni, Lemi Özgen Konstantin Mikhailovich Simonov Hayatı
Simonov, Kasım 1915′te Saint Petersburg’da doğdu. Babası askeri
akademide bir öğretmendi. Annesi ise kökü Çar ailesi prenseslerine kadar
varan ünlü bir ailedendi. Simonov makine teknikerliği alanında eğitim
gördü. Ailesinin 1930′larda Moskova’ya yerleşmesinden sonra Simonov da
bir fabrikada mühendis olarak çalışma hayatına başladı. Aynı dönemde ilk
şiirlerini de yazmaya koyuldu. Gorki Edebiyat Enstitüsü’nü bitirdi ama
mühendis mi yoksa edebiyatçı mı olacağına henüz karar verememişti.
Moskova’ya çok uzak olan Belomorsk’da Baltık kanalının inşaatında ve zor
şartlar altında uzunca bir süre çalıştıktan sonra kesin kararını verdi
ve edebiyatı seçti. Kızıl Yıldız ve Savaş Bayrağı gazetelerinde
muhabirlik yaparken, şiirin yanı sıra iyi bir oyun yazarı olduğunu da
gösteren Bir Aşkın Öyküsü, Kasabamızın Yoldaşları eserleri yayımlandı ve
sahnelendi.
Konstantin Mihaylovic Simonov
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder