
“Bizim kasabada sürekli hapse giren biri vardı. Çok güzel bir adamdı o… Bereket’ti ismi ve bir Muhammediydi o… Bereket; yılın dokuz ayını içeride, geri kalan üç... ayını ise dışarıda geçirirdi. Çok iyi bir dostluğumuz vardı onunla... Fakat ailemdekiler: ‘Neden Bereket ile arkadaşlık ediyorsun?’ diye çok kızarlardı. Onlara derdim ki: ‘Sizi anlıyorum. Bereket ile birlikte anılacağımdan korkuyorsunuz. Bereket’in beni aşağılık duruma düşüreceğini düşünüyorsunuz ama ben onu daha iyi bir duruma getirmeye çalışıyorum. Onun içindeki kötülüğün, benim içimdeki iyilikten daha güçlü olduğunu mu sanıyorsunuz? Benim iyilik yolundaki dürüstlüğüme güvenmiyor da, Bereket’in kötülüğüne mi güveniyorsunuz? Düşünceniz her neyse ben kendime güveniyorum. Bereket’in bana bir zararı dokunmaz. Eğer birisine zarar gelecekse benden Bereket’e gelecektir.’ Bereket çok iyi bir adamdı ve bana derdi ki: ‘Etrafımda fazla dolaşma… Eğer benimle görüşmek, konuşmak istiyorsan; kasabanın dışında bir yer ayarlarız, nehrin kenarında…’ Bereket kasabada istenmediğinden; Muhammedi mezarlığının yakınındaki bir barınakta yaşıyordu. Birileri ölmedikçe de zaten kimselerin mezarlığa gittiği yoktu. Bana: ‘İstediğin zaman evime gelebilirsin’ diyordu. Yaşadığı sığınağa evim diyordu. Bir keresinde ona: ‘Nasıl hırsız oldun?’ diye sordum. Bana dedi ki: ‘İlk hapishaneye girişimde tamamen suçsuzdum. Fakat fakir olduğumdan avukat tutacak param yoktu. Bu şekilde menfaatleri yüzünden beni hapse soktular. Babam ve annem öldüğünde çok küçüktüm; on dört ya da on beş… Ve benim diğer akrabalarım; ailemizin tüm servetine el koydu; evlerine, tarlalarına… Ve benim önlerinden çekilmemi istediler. Bir gün bir yolunu bulup; benim evimde benim çantama bir şey koymuşlar. Ve bu durumdan çıkış yolum yoktu. Çantama koydukları şeyi buluverdiler ve benim onu çaldığımı söyleyip hapse attırdılar. Hapisten çıktığımda; tarlam gitmiş, evim satılmış; akrabalarım ne var ne yoksa dağıtmış… Bu şekilde sokaklarda kalakaldım. Böylelikle ilk defa hapse girdim… Ama çıktığımda artık masum değildim. Hapishanedekilere başıma gelenleri anlatmıştım. O zamanlar on yedi yaşımdaydım. Dediler ki: ‘Üzülme, bu dokuz ay çabuk geçer fakat bu dokuz ayda seni bir elden geçiririz ve böylelikle de onlardan intikamını alırsın.’ Hapishaneden çıktıktan sonra tüm akrabalarımdan intikam almaya başladım. Akrabalarım içindeki tüm işbirlikçileri mahvettim, neleri varsa çaldım ve zamanla da bu işte ilerledim. Fakat on iş yaparsın, on birincide de yakayı ele verirsin. Büyüdükçe daha yetenekli oluyor ve daha az yakalanıyorsun. Fakat artık yakalanmam bir sorun olmuyor. Aslında hapishane benim için işten tatile çıkmak gibi dinlendirici bir şey… Bir şeyler hakkında endişelenmiyorsun. Yaşamana yetecek kadar yemek de veriyorlar. Hapishanede asla hastalanmadım. Bir keresinde hasta numarası yapıp hastaneye giderek, oradan kaçmak için girişimde bulunmuştum o kadar… Dışarıda hemen hasta oluyorum ama içeride asla… Dışarıda bir yabancıyım, herkes üstünlük taslıyor ve ben aşağılık hissediyorum. Yalnızca hapisteyken kendimi özgür hissediyorum.’ Nasıl bir toplumsa artık; hapisteki insan kendini özgür, dışarıdakiyse hapiste hissediyor. Ve bu durum neredeyse her suçlunun öyküsüdür. Küçük bir şeyle başlarlar: ‘Belki açtırlar, belki dışarısı soğuktur ve bu yüzden bir battaniye çalmışlardır. Karşılanması gereken ufak tefek zorunlu şeyler…’ Aksi halde sağlıklı bir toplum; böylesi insanları meydana getirmez. Kimse onların olmasını istemez. Bir taraftan daha fazla insan üretiyorsun; diğer tarafta da onlara yetecek kadar ne giysi, ne de barınak var. E, sonra ne olmasını umuyorsun? Bu şekilde insanlar zor duruma sokuluyor ve suçlu oluyorlar. Dünya nüfusu; şu an olduğunun üçte biri oranında azalsa, suç ortadan kalkar. Fakat kimse suçun ortadan kalkmasını istemiyor. Suçun ortadan kalması demek: ‘Hâkimlerin, avukatların, hukuk danışmanlarının, polisin, hapishanelerin ortadan kalkması demek…’ Bu durum çok büyük bir işsizlik sorunu ortaya çıkaracaktır. Ve bu yüzden de hiç kimse bir şeylerin daha iyi olması için bir değişim istemiyor. Herkes: ‘Her şey daha iyi olacak’ diyor ama daha kötü şeyler yapıyorlar. Çünkü onlara göre en kötü şey: ‘İnsanların işsiz kalması…’ Suçlulara moralin açısından ihtiyaç vardır, kendini daha saygın birisi olarak hissetmen için… Günahkârlar da evliyalar için gereklidir ki, bu şekilde kendilerini ermiş yerine koyabilsinler. Etrafta günahkâr birileri olmadıktan sonra; nasıl bir evliya olabilirsin ki? Bu çok büyük bir gizli anlaşmadır. Ben tüm bu gizli anlaşmalara karşıyım. Tüm bunlar gösteriyor ki; insanın hâlâ medenileşmeye, kültürlenmeye ve insani değerleri bilmeye ihtiyacı var. Şu dünyada kimse suçlu değildir, olmadı da… Evet, öyle insanlar var ama onların hapse atılması ya da işkence görmesi gerekmiyor. Tüm hapishaneler; psikolojik bakım evlerine dönüştürülmelidir. Bereket bana dedi ki: ‘Eğer toplumdan biraz saygı görseydim, hırsızlığı bırakırdım. Ama bana saygı göstermiyorlar. Ve bu da benim onlardan intikam alışım. Topluma zarar verecek her şeyi yapacağım.’ Ona dedim ki: ‘Mantığın doğru… Bu toplum tamamen gaddar bir toplum… İşte bu yüzden de; doğru düzgün bir insanın böylesi bir toplumdan çıkması çok nadir rastlanır bir şey… Hepimiz suçluyuz fakat çok azımız bu şekilde tanınıyor, büyük çoğunluk ise bilinmiyor. Birkaçı yakalanıyor diğerleriyse dışarıda… Ama sana şunu diyeyim; bu toplum tamamen hasta…’ Bu insanların biraz saygıya, sevgiye, tedaviye ve anlaşılmaya ihtiyacı var. Bu insanların meditasyona ihtiyacı var. Duysan şaşırırsın; Bereket benimle birlikte meditasyon yapmaya başladı. Çünkü yaşadığı o mezarlık; meditasyon için çok iyi bir yerdi. Neredeyse kimseler oraya gelmiyordu. Çünkü insanlar mezarlıklara girmeye korkar. Yalnızca korkacak bir şeyleri kalmadığında, öldüklerinde gelirler. Kendileri de gelmezler, başkaları tarafından getirilirler. Yoksa kimselerin uğradığı filan yok. Gündüzleri bile gitmeye korkuyorlar. Bereket mezarlıkta yalnız başına yaşardı. Ben de onunla gece geç saatlere kadar otururdum. Suçlulardan suçu öğrendiği gibi, benden de meditasyonu öğrendi. Bir gün Bereket değişti ve onu babama götürdüm, dedim ki: ‘Bereket’e bak. Neredeyse iki yıl boyunca yanlış bir şey yapmadı. Toplumunuzun ona saygı göstermemesine rağmen… Ben bir suçlu olmadım ama o meditasyon yapan bir kişi oldu.’ Bereket hala yaşıyor ama çok yaşlı… Onu en son 1970’de gördüm. Beni uğurlamak için tren istasyonuna gelmişti. Ona dedim ki: ‘Bereket, sen beni uğurlamaya gelmezdin. Ben çok sık gidip geliyorum zaten…’ Dedi ki: ‘Bu özel… Öyle hissediyorum ki bir daha görüşemeyeceğiz. Bana çok şeyler verdin, yeniden doğdum. Bir suçluydum, beni gerçek manada bir insan yaptın.’ Ona dedim ki: ‘Ben bir şey yapmadım. Bana değil meditasyona teşekkür et.’ Dedi ki: ‘Sana teşekkür etmemi engellemeye çalışma… Biliyorum bundan hoşlanmıyorsun ama seni bir daha görmeyeceğim. Bırak da minnettarlığımı göstereyim.’ Ayağıma dokundu… Bu bir Muhammedi için çok zor bir şeydir. Çünkü Muhammediler Allah’tan başka kimse önünde eğilmez.” ~ Osho Türkçe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder