5 Mayıs 2014 Pazartesi

Kuzey yıldızları kamlar (şamanlar) için de ulaşılmak için çabalanan mekanlardı. Şamanik ritüelde
şaman kutsal bir yoldan (labirentten) geçerek ya da göğün katlarını tek tek aşarak Tanrı'nın mekanı
olarak görülen kutup yıldızına ulaşırdı. Labirent, gök katlarını sembolize eden bir figürdü. 7 kat
şeklinde çizilebildiği gibi 9 kat olarak da çizilebilirdi.

Resim - Saymalıtaş / Kırgızistan

Bilgi Kaynağı : Türk Kozmolojisi Sayfası

Altay Şamanist Türk topluluklarından derlenen metinlerde, evren ile ilgili tasarımların temelde üç katmanlı, fakat daha ayrıntılı ve farklı bir içerik kazandığı görülür. Şamanlığa mensup olanlarca dünya birçok kattan ibarettir. Yukarda on yedi kat, ışık âlemi olan semayı,
aşağıdaki yedi veya dokuz kat, karanlıklar âlemini meydana getirir. Sema katları ile aşağıdaki dünyanın katları arasında insan
oğullarının oturduğu yeryüzü vardır. Üzerinde yaşayan insanlarla birlikte yeryüzü, gök ve yeraltı dünyalarının tesiri altında bulunur. Yaratıcı,
koruyucu bütün tanrılar ve iyi ruhlar göğün katlarında; ifritler, kötü ruh ve tanrılar ise yeraltındaki karanlık katlarda otururlar.
 Esasen, birbirine bir orta eksenle (göğün direği) bağlı
olan üç katmanlı şamanist evren tasarımı, şamanların veya şamanist düşüncenin yarattığı kurgular değildir. Onlar zaten var olan bu öğeleri içselleştirmiş, deneyimleştirmiş ve esrimeli
yolculuklarında kullanmışlardır. Onların bütün etkilenimleri sonrasında bile evren tasarımına ilişkin temel şema saydamlığını yitirmemiş, üç büyük katmanlı ve bir eksenle birbirine bağlı
oldukları için birinden ötekine geçilebilen evren anlayışı devam etmiştir.

Kaynak - Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arslan, "Türk Destanlarında Evren Tasarımı".

Türklerde Kün-ay sembolü çok değerlidir (Resim). Güneş ve Ay'ı temsil eden bu sembol baharın ilk ayının ilk gününün işaretiydi. Ayrıca, bu sembol hükümdarlık sembolü (ve beylik uğuru) olarak da
bilinmekteydi. Bu simge Osmanlılarda mihr ü mah (Güneş ve Ay) olarak bilinirdi.

Kün-Ay sembolünü Çu Türkleri bayraklarında kullanmıştır. İlginçtir ki aynı sembol M.Ö. 9 binli yıllara tarihlenen Göbeklitepe tapınaklarında bir dikilitaşa da işlenmiştir.
 
Türklerde gökyüzünü bir çift ejderin döndürdüğüne inanılıyordu. Ejder aynı zamanda "evren" kelimesini karşılıyordu. Ejder, öte yandan "zaman çarkı"nın da simgesiydi. Güneş tutulmalarında Güneş'i ejderin yuttuğuna inanılıyor ve ejderi öldürmek için gökyüzüne ok atılıyordu. Bugün Anadolu'da bu uygulama halen devam etmektedir. Ejderha takımyıldızı Türklerin en kutsal 4 takımyıldızından biriydi. Büyük Hun İmparatorluğu'nun bayrağına ejder figürü konması bu yüzdendir. Türk devletlerinin bir "kozmos devleti" olduğunu ifade eder.
Kaynaklar: Emel Esin, "Türk Kozmolojisine Giriş", Özgür Barış Etli, "Dünyanın ve Ön-Türklerin İlk Tapınağı: Göbeklitepe".

Bilgi Kaynağı : Türk Kozmolojisi SayfasıFotoğraf: Soydaşımız Kızılderili Kam..Fotoğraf: Orta Asya Değil Burası Van Erciş Ulupamir KöyüFotoğraf: Kutlu Kam Tanrı Uruğumuzu Kötülerden Koldasın..

Alaş...FotoğrafFotoğrafFotoğrafFotoğraf: ZEKİ FAİK İZER'İN "İNKİLÂP"İSİMLİ TABLOSU..
YIL 1933

ZEKİ FAİK İZER'İN "İNKİLÂP"İSİMLİ TABLOSU..
YIL 1933

FotoğrafFotoğrafFotoğrafFotoğraf: KANI BOZUK..!
11 KASIM 1938 GÜNÜNDEN BUGÜNE,
"GAFLET DALALET HİYANET1İÇİNDE OLANLAR
Kİ ONLAR TÜRK'E,GENETİK KİNLE DOĞANLARDIR..
ŞİMDİLER DE TÜRK ADINI ANAYASA'DAN ÇIKARACAKLARMIŞ..
ATALARIMIZDAN BİZE MİRAS ATASÖZÜMÜZDÜR..
KANI BOZUK....!
YANİ GAFLET DALALET HİYANETTİR
DEMEKTİR KANI BOZUK..!
ANCAAKK ATALARIMIZ;ŞANLI TARİHİMİZİN HER DÖNEMİNDE
BU"KANI BOZUK"LARANE YAPILDIĞINI VE NE YAPILACAĞINI
EZELDEN EBEDE TÜRK YURDUNUN KAYALARINA TAŞLARINA TUĞLARINA TÖZLERİNE,NUTUKLARINA TAMGALAMIŞLARDIR..
GÜNÜ GELİR GEREĞİ YAPILIR..
BİZ TÜRKLER DELİ'KANLIYIZ..
TÜRK OLMAK ASALETTİR,KANI BOZUKLAR ANLAMAZ..
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE-İNADINA İLELEBET
SAYGILARIMLA
28 ARALIK 2007
GÜLSEV EYÜBOĞLUFotoğrafFotoğraf: ATATÜRK ve TÜRK OLMAK..!
ATAMIZDAN DİNLEYELİM...
 *14 Eylül 1931 günü Dolmabahçe Sarayı balkonunda bir sohbet sırasında
anlatmıştır :

Bizim kuşağın gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi.
İmparatorluk halkını meydana

getiren Türk'ten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışıyla
Arap'lara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan
ırkdaşlarının etkisiyle özel bir değer veriliyor, onlardan söz
edilirken "kavm-i
necib" deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine
çalışılıyor,
memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türk'ler, ikinci
plânda
gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu.

Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askerî İdadisi'nde
öğrenci
iken okuduğum "Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur" mısraıyla
başlayan
şiirinde, bana ulusal benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı
bulmuştum.
Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu
çocuğunun
gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en
derin
güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman
Osmanlılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören
eksiklik duygusuna kaptırmadım.

Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim, süvari alayı,
Hayfa'da
bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve
piyade
acemi eğitim dönemi yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap
gençlerinden, öğretici kadro da deneyimli ve Anadolulu kıta çavuşları
olan
Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan
yetişmiş,
Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı.

Erlere çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak
çalışmaları
izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor,
yeni
erlere karşı ise fazla sevgi ve ilgi gösterir görünüyordu. Onların
herhangi
bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmadığını
ısrarla
söylüyordu. Halbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların
söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin,
zaman
zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol
açtığı da
oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan
bir
çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz
bölük
komutanlığı odasına çağırtmıştı.

Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce
selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince
bıyıklı,
elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi.
*

*Yüzbaşı, onu ulusal onurunu ağır şekilde hançerleyen "...Türk!" *

*sözleriyle azarlamaya başlamıştı.*

**

*"Sen nasıl olur da kavm-i necib-i Arab'a bağlı, Peygamberimiz
Efendimiz'in
mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler,
onların
kalbini kırarsın. Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye
**lâyık
değilsin..." *

**

*gibi gittikçe anlamsızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından
kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabileşiyordu. *

*Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum. ***

Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan
çizgiler
sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde
okunmaya
başlamıştı. Fakat,  gerçekten emre uymanın simgesi olan her Türk
askeri gibi
bu da iç duygularını gemlemesini bildi.

Sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları,
yanaklarında
birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece
yatıştırmaya çalışıyordu.

*Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve
söylenenleri
dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle
düşünüyordum: *

**

*"O erin bağlı olduğu ulus, bir çok bakımdan soyu temiz olabilirdi.
Fakat
çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz ulusun da tarihleri
şerefle
dolduran büyük ve soylu bir ulus olduğu da bir an şüphe götürmez bir
gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan doğruya Türk
aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka uluslarda şu veya bu
sebeple üstünlük varsayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan
güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek,
Türklüğümüzü
bütün soyluluğu ile **tanımak ve tanıtmak gerekmektedir" *

*dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin
inanmasını,
bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim. *

*KAYNAK :**
Türk Dili Dergisi, Sayı: 146, Kasım 1963 *

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~
Derleyen Gülsev EYÜBOĞLU
13 Mayıs 2006
*NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...*

*EN BÜYÜK TÜRK ATAMIZ,EBEDİ BAŞKOMUTAN(BAŞBUĞ)GAZİ MUSTAFA KAMAL
ATATÜRK'ÜMÜZ*
*ASİL TÜRK ULUSUNUN RUHU............Fotoğraf: KAHRAMAN ORDUMUZ..
ERDOĞDU KIŞLASI/TRABZON..
KAHRAMAN  ORDUMUZFotoğraf: ATATÜRK'ÜMÜZ ve YAVRU KURTLAR..
Yıl 1938
HER 23 NİSAN ÇOCUKLUĞUMUZ,
HER 19 MAYIS GENÇLİĞİMİZ,
HER 30 AĞUSTOS ASKERLİĞİMİZ,
HER 29 EKİM VARLIĞIMIZDIR..
TÜRK VE ATATÜRK DÜNYA DURDUKCA
VARDIR,VAR OLACAKTIR..

TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR..
VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN..
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE..
BİZ TÜRKLER DELİ'KANLIYIZ..
BİLİNE..!!!
Gülsev EYÜBOĞLU

Hiç yorum yok: