27 Eylül 2011 Salı

ACI
















 Tek oğlunu kaybeden üzüntü içindeki çin’li kadın bir din adamına gider
Ve, “hangi duaları etsem, hangi büyüleri, sihirleri yapsam

Oğlumu bana geri getirir?” diye sorar.
Ona birkaç teselli sözü söyleyip, geri yollamak yerine;
Din adamı, “bana asla acıyı tatmamış bir evden, bir hardal tohumu getir.
Onu, senin yaşamından acıyı yok etmek için kullanacağız” der.
Kadın hemen bu büyülü tohumu aramaya başlar.
Çok güzel, kocaman bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar,
“Asla acıyı yaşamamış bir ev arıyorum.
Burası öyle bir yer mi? Bu benim için çok önemli” diye sorar.
Onu içeriye alırlar ve “sen yanlış yerdesin” diye söze başlarlar.
Daha sonra son günlerde başlarından geçen tüm trajik olayları anlatmaya koyulurlar.
Kadın kendi kendine düşünür.
“Bunlar benden daha acılı, bunlara birinin yardımcı olması gerekir.”
Ve orada kalıp onlara yardımcı olmaya karar verir.
Daha sonra başka evler aramayı sürdürür, acısı olmayan.
Ama nereye gitse herbirinden acı dolu binbir hikaye duyar.
Ancak insanların acılarını azaltabilme işine öylesine kendini kaptırır ki
Neredeyse oğlunun acısını ve onu unutturacak olan hardal tohumunu aramayı unutur.
Böylece yavaş yavaş acı onun yaşamından çıkar gider...
Acı girince bir kez hayata, kendisini hissettirince biran dahi olsa yeter, soluk alıp-vermeye kadar hükmeder.
Hayatın her karesine yaşamayı kimse istemez acıyı…
Acının uğradığı yerden kaçar insanoğlu fersah fersah…
Halbuki acı olmasa sevinci tanımak mümkün olur muydu
düşünülmez hiç?
Acıyla yanıp ağlanmasa bilinir miydi mutluyken gülmenin tadı?
Zaten asıl iş acıyla yoğrulurken amenna deyip tebessümle yola devam etmek değil mi?...
Her fırtınanın ardından bir güneş doğar, yüreklerdeki umudun üzerine.
Gözyaşının bile görevi vardır; ardından gelecek gülümseme için temizlik yapar salına salına akarken yüzde.
Ve bir gün her şey düzelir de, bugünün felaketi, o gün
Meğer bir tecrübeymiş denilerek unutuluverir nasıl olsa.
Ama bir şartı vardır umudun senden!
“Bana inan, sakın vazgeçme benden!”


Hiç yorum yok: